Bazılarına göre darbeler ikiye ayrılır.
Birinci tür darbeler, iyidir. ‘Ailenizin darbesi’dir. ‘İyi olmuş da olmuş’tur. Hatta‘oh olmuş’tur.
İkinci tür darbelerse, kötüdür.
Gerçi bu‘bazıları’ iki tür darbeyi de, darbenin yapıldığı zamanlarda, aynı aşkla, aynı heyecanla yüceltirler. Çünkü ‘rejimin ruhbanları’ yapar darbeleri. Ve ruhbanlar, sorgulanamaz.
Darbenin rüzgarı dinince, bunlara bir cesaret gelir, temyiz kabiliyetleri birdenbire ortaya çıkar ve başlarlar, ‘o darbe kötüydü’ demeye.
Mesela, 1960 darbesine iyi diyen tonla kalemşör vardır memleketimizde.
Aynı kalemşörler, 12 Eylül’ün kötü darbe olduğunda hemfikirdiler.
Çünkü, 12 Eylül’ün Atatürk’ü dindardı.
Malum, darbelerin icazeti Amerika’dan alınır ama, darbeciler, icazeti sanki Atatürk’ten almışlar gibi konuşurlar.
28 Şubat, iyi darbedir. Çünkü, 28 Şubat’ın Atatürk’ü 12 Eylül’ün Atatürk’ünden çok farklıdır.
(Böylece, darbecinin, yapacağı darbenin şekline göre bir Atatürk tasavvuru geliştirdiğini gördük. Dolaylı oldu ama, bizim darbeci gazetecilerin, -aslına uysun uymasın- bu tasavvurların her birini sahiplenmeye çok yatkın olduğunu da gördük.)
Ben, bu milletin, ahirette her türlü darbecinin yakasına yapışacağından çok eminim.
27 Mayıs’ı yapanların çoğu, hesap vermeden göçtü ahirete.
Şimdi, kimse sormayacak mı onlara, ‘Tevfik İleri’nin çocuklarını niçin ağlattınız’ diye?
‘Aydın Menderes’i niye öksüz bıraktıklarının hesabını vermeyecekler mi?
12 Eylül’de, gençleri eşitlik olsun diye, ‘bir sağdan, bir soldan’ asanlar ve bunu utanmadan milletin yüzüne baka baka söyleyenler…
‘Asmayalım da besleyelim mi’diyenler…
Sorulmayacak mı onlara, darağacında can vermenin acısının hesabı?
Şimdi, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’ndaki karşılaşmalar, bana ahiret çağrışımları yapıyor.
Organize Şube’nin müdürü Adil Serdar Saçan, birdenbire, organize şubede işkence yaptığı (veya yaptırdığı) Harun Karaca’yı gördü karşısında.
Bozuldu. Canı sıkıldı.
‘O sanık değil mi ne işi var burada’diye mırıldandı.
Karaca milletvekiliydi artık. Orada bulunmaya mezundu. Komisyon Başkanı Nimet Baş, bunu hatırlatarak, Saçan’ı adeta kendi sınırlarına itti.
Saçan, belki farkında değildi. Nimet Baş, 28 Şubat sürecinde, Harun Karaca’nın da işkence gördüğü sorgulamalar sırasında gözaltına alınan, işkence gören Albayrak ailesinin avukatlarındandı.
Soruldu mu Saçan’a, Nuri Albayrak’ın çocuklarını ne hakla, hangi hukuka dayanarak rehin aldığı?
Doktor, Saçan’ın yaptığı işkenceyi belgelemiş. Organize Şube’de, işadamlarına, bürokratlara, şiddet uygulandığını, elektrik verildiğini tespit etmiş.
Emniyet, ‘işkence yapıldı’ raporu veren doktorları mahkemeye vermiş.
Doktorlar, beraat etmiş.
Kararda, işadamlarının, ‘işkence yapılmadı’ raporu temin etmek için, emniyet tarafından doktor doktor gezdirildiği de yazıyor.
Acaba, bu ayrıntılar, yargının gündemine getirildi mi?
Dün, Sırrı Süreyya Önder de işkencecisiyle yüzleşti. Bu da, ibretlik bir karşılaşmaydı. Meclis kapısında, başka ak saçlı 12 Eylülzedeler de vardı.
Mamak’ın komutanı Raci Tetik ‘hatırlamıyorum’ demiş.
Hangi birini hatırlayacak!
O hatırlamaz, ama Sırrı hatırlar. Hatırlamaktan başka seçeneği yoktur. Unutma ihtimali yoktur.
28 Şubatçı gazetecilerin, bir bir komisyonun önüne gelmeleri, onlara, darbeyi çağıran manşetlerin, haberlerin, darbeciyle işbirliği içinde kurulan medya tezgahlarının sorulması, tanık, sanık, gibi herhangi bir sıfat olmaksızın orada ispat-ı vücut etmeleri, güzeldi.
Komisyon, Osman Özbek’i de çağırdı mı acaba? Merak ediyorum. O kadar aktif bir Paşa’nın, bilgilerine herhalde müracaat edilir. Çağırsa da, kimin P. Olduğunu bir görsek.
Millet biliyor, Menderes’in de hesabı sorulacak, Deniz Gezmiş’in de, Mustafa Pehlivanoğlu’nun da…
Millet biliyor, bütün darbeler lanetlidir.
Millet biliyor, bu hesapların dünyada da sorulması, bir Lutf-u İlahi’dir.