Siyasaldan kopmanın, -en azından liberal dünya için- en aciz göstergelerinin başında ‘darbe çağrısı’ geliyor. Öyle ima yoluyla filan da değil, en az Cumhuriyet mitinglerinde arz-ı endam eden Kemalist elitlerin taşıdığı ‘ordu göreve’ pankartlarındaki berraklıkta ve cahillikte bir cesaretle darbe çağrısı yapıyorlar. Ve bu tablonun, ne içeriği ne aktörleri ne de ortaya çıkışında şaşacağımız hiçbir nokta bulunmuyor.
Zira yıllardır ‘siyaset eleştirisini siyaset zannetmenin’ sıradan bir hazin sonu ile karşı karşıyayız. Liberal nihilizmin, özellikle de üçüncü dünya versiyonunun varabileceği ‘en tutarlı’ pozisyon üç aşağı beş yukarı bu olabilirdi. Kürtlere musallat olarak, asırlık acıları kendilerine çektirenlerle nikah kıydırmaya çalışanların; bizzat kendi hayatına kastetmiş olan askeri vesayet rejimine yeniden âşık olup ‘mehdi muamelesi’ yapmasında bir tutarsızlık bulunmuyor.
Öyle uzak değil daha birkaç yıl önce, Mısırlı refikleri darbenin ihtimalini bile gördüklerinde kendilerinden geçmiş, on yıllara dayanan akademik, entelektüel ve siyasal itibarlarını bir saniye bile düşünmeden telef etme konusunda akıl almaz bir ahlak sergilemişlerdi. İsimleri lazım değil ama ömürlerini sömürgecilik, bölgemizdeki insan hakları ihlalleri ve Batılı kapitalist sistemin bu zulümlere verdiği yapısal destekleri açıklamakla geçirenler, bir anda Sisi’nin ufukta görünme ihtimaliyle kendilerine gelmişlerdi.
Sonunda, Kahire sokaklarında ‘kafasının üstüne koli bandıyla asker postalı bağlamış Baltacı’ gibi, bir darbeyi olabilecek en aşağılık ve sinematografik bir şekilde resmeden kareyi Rabia’ya tercih etmekte tereddüt etmemişlerdi. Bugün ise Türkiye’de benzer çağrıyı yapanlar, Mısır’ı anlatırken ‘tabiî entelektüel sosyalleşme ortakları olan fanatik İslamofobik ünlü isimlerin’ İslamcıfobik kinlerini analiz diye kullanıyorlardı. Ve gelinen noktada yaptıkları tek şey, Mısır için söylediklerini Türkiye için kullanmalarından ibaret.
Bölgemizde Arap isyanları sonrasında ortaya çıkan önemli sorunsallardan birisi de, bu güruhun tutumudur. Daha sarih söylemek gerekirse, liberallerin, solcuların ve Batıcıların demokrasi ile imtihanı aşılmadan, bölgenin büyük siyasi ve toplumsal hareketlerinin demokrasi hikâyesinin tecrübe edilmesinin bile önü açılamayacak gibi görünüyor. Zira Mısır’dan Filistin’e, Ürdün’den Tunus’a, Fas’tan Suriye’ye değişim ihtimali karşısında oldukça konforlu bir şekilde statükoya ‘Batılı başkentler veya onların bölgedeki kuklaları’ üzerinden sarılmaktalar.
Türkiye’de darbecilik veya darbe arayışı gündemden düşmeyen konulardan birisi. Darbelere karşı olduğu farz edilen ve ‘liberal’ olarak nam salmış birçok ismin darbe, darbeciler ve vesayet arayışlarıyla ilişkisi şizofrenik olduğu kadar, bünyelerinden atamadıkları bir virüs gibi. Bu durumda, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal merkezinde yaşanan sert ve entelektüel dönüşüm ile sermaye merkezinde yaşanan kısmi elit dönüşümünün rolü büyük. Bu dönüşümü rasyonelleştirerek siyasaldan kopmamak yerine, liberal nihilizmin siyaset eleştirisine müptela olarak siyaset düşmanı haline gelmenin ise mecburi iki istikameti oluyor. Birincisi meta referanslar dünyasına ram olarak maksimalist bir eksene oturmak. İkincisi ise aynı maksimalizmin tabiî olarak ürettiği vesayet ya da kurtarıcı arayışı.
Kurtarıcı arayışının Türkiye dışına yönelik dili ister istemez bu aktörleri birer dragomana dönüştürerek, başka başkentlerden Türkiye’ye konuşmalarına yol açıyor. Türkiye içerisinde ise ister istemez en radikal kurtarıcı rolünü üstlenecek olan dinamiğe göz kırpmaları kaçınılmaz. Hele zamanın ruhunun uygun olduğunu da hissederlerse, Esed veya Sisi apolocistliğinin bu denli prim yaptığı bir dönemde, Türkiye’de utanılacak bir çağrı yapmalarının önündeki ‘fiili ve ahlaki’ bütün engellerin kalktığını düşünüyorlar. Tam da bundan dolayı, kulaklarına üfürülenleri seslendirmeye başladılar.
Kin aklın önüne geçince her türlü intihar serbest olurmuş. Lakin ufak bir sorunları var. Önce çağrıyı yaptıkları yer(ler)de kadük kalan darbeyi tamamlamaları, Türkiye’nin ise bir kez daha aynı tuzağa düşmesi gerekiyor.