15 Haziran 2013 Cumartesi
İnsan belleğinin ve bastırılıp bilinçaltına itilenlerin / unutmanınmetaforu olarak bir kayıp tablo ve anı katmanlarının metaforu olarak pentimento… Danny Boyle’unTrans’ı hipnozu bir tür zihin pentimentosuolarak değerlendiriyor. Şık bir soygun filmi olarak başlayan Trans, yer yer aksiyon ve şiddet öğelerinin irkiltici düzeye vardığı bir kara filme dönüşüyor.
Hitchcock’un amnezi ve psikanalizikonu aldığı, GregoryPeck ve IngridBergman’ın başrollerini paylaştığı, rüya sahnelerini Dali’nin tasarladığı Spellbound / Öldüren Hatıralar misali klasikleşecek bir film değil ama Trans da gayet ilginç ve sürükleyici. Bu filmde aranan –kadın değil bağnaz din adamı şeklinde betimlenen- Uçan Cadılar tablosu, ressamı Goya’nın sanat tarihindeki öncü konumu ve skolastik düşünceye isyanı da filme boyut katıyor.Goya’nınilk “modern” sanatçı olmasının, Çıplak Maya’da kadını cinsiyeti olan bir varlık olarak resmetmesinin filmde anlatılan öyküye doğrudan etkisi var.
Filmin başında doğrudan kameraya konuşan protagonistSimon ile ondan çaldığı Goya tablosunu sakladığı yeri hatırlamasını bekleyen antagonistFranck’ın değişen konumları ve filmin esas kahramanının sonradan olaya katılan ama kontrolü eline alan bir kadın psikanalist olması klasik anlatısına “modern” bir hava katıyor.
Danny Boyle’un filmografisi hem ticari hem eleştirel başarılara imza attığı yapımlardan oluşuyor. Sekiz Oscar kazanan SlumdogMillionaire / Milyoner ve altı Oscar adaylığı bulunan 127 Hours/ 127 Saat bunların başında gelir. Ancak aralarındaTrainspottingmisali yeri farklı olan tek film belki de Trans. Boyle’un bu filmin malzemesini derinleştirmektense görsel olarak biraz fazla süslü ve gösterişli kılarak gişeye öncelik tanıması başlıca sorunu. Zamanın ruhunu yakalamak için ‘tekno’ bir stil tutturması kuşkusuz eğlence faktörünü arttırıyor ama biraz daha rafine etse belki Trans da birInception olurdu, üstelik de cinsiyetçi olmama farkıyla!
Filmin en çekici yanı ne zaman kahramanların zihninin içinde olduğumuzu ve trans halinde gördükleri hayalleri izlediğimizi; ne zaman filmin gerçekliğineya da onların gerçek anılarına geçtiğimizi net olarak ayırt edemememiz. Tablonun boya katmanlarını sildikçe altından çıkan resim, yani pentimento ilk gördüğümüzden bambaşka bir şey olabilir. Tabii tamamen silinip boş tuval ortaya çıkıncaya dek! Ki bu da finale kadar devam ediyor Trans’ta… Kalan her şey silindikten sonra çıplak gerçeği, en başta bize filmi anlatan ve kurban gibi görünen Simon’ın, onu ipnotize eden Elizabeth’in ve kötü adam Franck’in gerçek öyküleri ve kişilikleri finale dek netleşmiyor. Filmin hızlı temposu bu finale ulaşmayı zahmetsiz, psikanaliz ve sanat ilişkisine yaptığı göndermelerse keyifli kılıyor.
Trans – Yönetmen: Danny Boyle / Senaryo: Joe Ahearne, John Hodge / Görüntü: AnthonyDodMantle/ Müzik: Rick Smith / Oyuncular: James McAvoy, RosarioDawson, Vincent Cassel, DaniSapani, Mat Cross, WahabSheikh, TuppenceMiddleton.