ABD, İran gerekçesiyle dünyaya ilk kez bir yaptırım ‘dayatmıyor’…
Son dayatması, Türkiye’ye ‘28 Şubat’ olarak yansımıştı.
ABD Kongresi, Temmuz 1995’te “D’amato Yasası” olarak bilinen Libya-İran Yaptırımları Yasası’nı çıkardı. Yasaya göre Libya ve İran’da 40 milyon doların üzerinde yatırım yapan ülke, şirket veya kişiler ABD’nin yaptırım listesine girecekti.
Ağustos 1996’da ABD Başkanı Bill Clinton, D’Amato yasasını imzaladığında Türkiye’de Necmettin Erbakan’ın başbakanlığında Refahyol hükümeti yeni kurulmuştu. (28 Haziran 1996)
Erbakan’ın ilk işi aynı ay 10 günlük ‘doğu seyahati’ oldu: İran, Pakistan, Singapur, Malezya, Endonezya.
ABD, ‘gitmeyin’ diye açıktan tehdit etti.
Washington haklıydı (!) zira, seyahatte ‘D-8'in (Gelişen Ülkeler) temelleri atıldı. Türkiye, İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya, Mısır ve Nijerya, o dönemde 1 milyara yakın nüfus, güçlü enerji ve hammadde kaynaklarını bir araya getiriyordu.
İki ay sonra, Ekim başında Erbakan bu kez Mısır, Libya ve Nijerya’yı kapsayan Afrika gezisine çıktı. Washington’u iyice çileden çıkaran bu ziyaret, Kaddafi ile ‘çadır krizi’ olarak hafızalarda kaldı.
Ardından 30 Aralık 1996’da Tahran’da Türkiye-Türkmenistan-İran arasında petrol ve doğal gaz anlaşması imzalandı.
Aynı süreçte, Refahyol hükümetinin iki bakanı da Irak'a giderek, ‘doğalgaz boru hattı’ anlaşması yaptı.
***
ABD bu gelişmeleri “İran'ı tecrit politikasına meydan okuma” olarak değerlendirdi.
Türkiye'de “Amerika’dan çok Amerikancı”lar bu dönemde ortaya çıktı. Siyasette, medyada, hatta Dışişleri ve TSK gibi devlet kurumlarında Erbakan karşıtı kampanya başladı.
“Türkiye’nin itibarı, eksen kayması, çadır skandalı” gibi kavramlar o günlerde üretildi.
CHP ve ANAP, Erbakan hakkında gensoru önergesi bile verdi.
Oysa Kaddafi, o çadırda Fransa cumhurbaşkanları Jacques Chirac ve Nicholas Sarkozy ile İngiltere Başbakanı Tony Blair, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ve BM Genel Sekreteri Ban ki Moon’u ağırlamış; dahası çadırı Brüksel'de, Paris’te, Moskova’da ve Roma’da da kurmuştu.
Türkiye ABD ve “ABD’den çok ABD’liler” tarafından sıkıştırılırken, Kıbrıs’ta da bir Rum provokasyonu ortaya çıktı. Ara bölgede Türk bayrağını indirmeye çalışan bir Rum vuruldu; bir grup fanatik Yunan Batı Trakya’da Türklerin ev ve işyerlerini yağmaladı. ABD Dışişleri Sözcüsü Nicholas Burns’un açıklaması enteresandı: “İnsan hayatı bir bez parçasından (!) önemlidir.”
***
Erbakan asimetrik bir saldırı altındaydı; ancak ABD’nin yaptırımlarına Avrupa ve Japonya başta olmak üzere Uzakdoğu ülkelerinin yaklaşımı Erbakan’la örtüşüyordu.
Erbakan, buradan da destek alarak Washington’un tehdit ve baskılarına aldırmadı.
Ancak ‘darbe’ içeriden geldi.
28 Şubat 1997’de toplanan MGK’da hükümete karşı ‘irtica’ suçlaması yapıldı, ardından 21 Mayıs’ta RP’ye kapatma davası açıldı.
Erbakan 18 Haziran 1997'de istifa etti.
Türkiye’nin ‘açılımı’ durduruldu.
***
Erbakan ‘üçüncü dünyacılık’la suçlandı.
Türkiye ‘Batı ittifakı’ndan nasıl kopardı?
Dünyanın dört yanına dağılmış bu ülkeler nasıl ‘birlik’ olabilirdi?
Oysa Erbakan bu adımları sadece ekonomik değil ‘stratejik’ adımlardı.
İran ve Nijerya petrol ülkesi, Mısır Arap dünyasının en büyüğü, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya nüfus ve hammadde bakımından zengin; ayrıca savunma ve otomotivde kazançlı işbirliği imkanı sunan ülkelerdi.
Bu seyahat haritasına bugün bir daha bakın.
Avrupa, Asya, Pasifik, Afrika…
O günlerde dünyaya açılmaya hazırlanan Çin’le en başta kurulacak ilişki bugün nasıl bir sonuç getirirdi?
Bugün BRICS nasıl oldu?
***
O günlerin Sabah gazetesinde, -daha sonra referans alınabilecek bir yazar olmaktan çıksa da- Cengiz Çandar, ‘bir meslektaşına’ atfen şunu yazdı: “Bu darbe bile getirir. Amerikan petrol çıkarları gündeme geldiğinde işin şakası yok!”
Kim olduğunu bilmediğimiz o ‘meslektaş’, 50'li yıllarda İran petrollerini millileştiren reformist Başbakan Muhammed Musaddık'ın akıbetini de hatırlatmıştı.
Çandar, şöyle yazmıştı: “Türkiye'yi bu ‘rota’dan çevirebilecek tek kozları ‘askeri diktatörlük’. Onlar bunu istiyorlar mı, şüpheli. Türkiye'de kendi kuklaları olacak asker buluyorlar mı, o daha da şüpheli...”
***
Türkiye’yi bu ‘rota’dan çevirebilecek tek koz daha sonra denendi.
‘Kuklaları’olacak asker de ürettiler, polis, savcı ve hakim de…
Erbakan’a yapılanlar, 2012 MİT kumpası, 2013 Gezi ve 17/25 Aralık operasyonları ve nihayet 15 Temmuz darbe girişimi ile yeniden denendi.
Bugünlerde de ‘ekonomik saldırı’ ile deneniyor.
Ama 16 yılda Türkiye’nin ‘kurumları’ da, ekonomisi de, iş dünyası da, medyası da, sivil toplum örgütleri de, hatta muhalefetinin önemli bir bölümü de çok güçlendi ve ‘değişti’…
Öldürmeyen, güçlendirir…
Bugün yine Avrupa ABD’ye karşı Türkiye ile aynı kaygıları duyuyor, aynı çıkarlara sahip.
Daha Türkiye ile dayanışmaya yakın.
Rusya ve Çin 1996’daki Rusya ve Çin değil.
Türkiye taşı yerinden oynattı.
ABD düzeni değişiyor, değişecek…
***
MUSADDIK’A ‘ÇİFTE DARBE’
VE 15 TEMMUZ BENZERLİĞİ
Musaddık bahsini açmadan konuyu kapatmayalım.
Muhammed Musaddık, İsviçre’de okumuş, 1921’de siyasete girmiş, Maliye ve Dışişleri bakanlığı yapmış bir isim. 1951’de İngiltere’nin kontrolündeki petrolün millileştirilmesi yasasında etkili oldu; bu başarı onu 1951 seçimlerinde iktidara getirdi. Britanya ile diplomatik ilişkileri kesti, elçiliklerini kapattı. İngiltere de İran’ın alacaklarını dondurdu, ekonomik ambargo başlattı. Aynı süreçte Şah Rıza Pehlevi de Musaddık’ın toprak reformu çalışmalarından rahatsızdı. Musaddık, orduyu kontrolü altına almak için Savaş Bakanlığı’nı Savunma Bakanlığı olarak değiştirdi ve kendine bağladı; 136 subayı ordudan attı.
1952’de Dwight Eisenhower ABD Başkanı seçildi. İran petrolü Washington’u çok ilgilendirmiyordu, ancak “Tahran’ın Sovyet eksenine kayması” ilgilendirirdi! İngiltere Başbakanı Winston Churchill de böyle bir dosya gönderdi.
‘Eksen kayması’tanıdık gelmiştir!
Daha sonra adının ‘Ajax Operasyonu’ olduğu ortaya çıkacak olan darbe planı Nisan sonunda CIA ve MI-6 ekipleri tarafından Lefkoşa’da hazırlandı; eski ABD başkanı Theodere Roosevelt’in torunu CIA Ortadoğu DirektörüKermit Roosevelt tarafından da uygulamaya konuldu.
İngilizlerin İran’da 30 yılı aşkın biriktirdiği bir ‘insan kaynağı’ vardı. Politikacı, din adamı, aşiret reisi, iş dünyasının liderleri, yüksek bürokrat ve yüksek rütbeli subaylar…
Bu da tanıdık gelmiştir!..
15 Ağustos 1953’te Şah Pehlevi, “Musaddık’ı görevinden aldığını ve ömür boyu ev hapsine mahkum ettiğini” açıkladı. Fakat Musaddık kendisini teslim almaya gelen askerleri tutuklattı; halk da sokaklara dökülerek destek verdi. Ancak ordunun müdahalesiyle yüzlerce insan öldü, durum kontrolden çıkınca Şah Roma’ya kaçtı.
Darbe başarısız olmuş gibiydi. Musaddık, halkı sokaklardan çekilmeye çağırdı.
Ancak 19 Ağustos’ta Ajax Operasyonu’nun ikinci aşaması başladı ve Şah yanlısı iki Ayetullah’ın çağrısıyla tanklar Tahran’ın kilit noktaları kapattı; Musaddık tutuklandı ve ‘vatana ihanet’ suçlamasıyla yargılandı, son yıllarını ev hapsinde geçirdi.
15 Temmuz darbe girişimi bastırıldıktan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halkı ‘demokrasi nöbetinde’ tutması da tanıdık gelmiştir!
Darbeden sonra Pehlevi Roma’dan döndü ve ABD-İngiltere yanlısı bir rota izledi. İran petrolü British Petroleum’a devredilerek ‘sorun’ çözüldü. İran’ın ‘yerli-milli’ girişiminin darbeyle bastırılması, 1979’da ‘İslam Devrimi’ni getirecek sosyal-siyasal yapıyı da hazırladı.
***
Darbeyi CIA ve MI-6’nın planladığı bir ‘komplo teorisi’ miydi?
Cevabı net; hayır!..
İngiliz resmi yayın kurumu BBC’nin 20 Ağustos 2013 tarihli haberi bunu teyit ediyor: “CIA, MI-6 işbirliği ile İran'da demokratik seçimle iktidara geçmiş olan Muhammed Musaddık'ı deviren 1953 darbesinde önemli bir rol oynadığını ilk kez kabul etti.”
Haberde, Darbenin 60. yıl dönümünde açılan Ulusal Güvenlik Arşivi'nde yer alan belgelerden birinde, “Askeri darbe ABD dış siyasetinin bir parçası olarak, CIA yönetiminde gerçekleştirildi” deniyor.
Belgelerde CIA'in, Musaddık aleyhtarı haberleri İran ve Amerikan medyasına yerleştirmek suretiyle darbeye nasıl hazırlık yaptığı; Amerikan ve İngiliz istihbarat kuruluşlarının Şah yandaşı protestolara nasıl destek verdiği de anlatılıyor.
Yine ‘tanıdık’ geldi değil mi?
Bir başka belgede de darbe planlayıcılarından Donald Wilber, “İran'ın Demir Perde'nin gerisine kayması tehlikesinin büyük ölçüde arttığı düşünülüyordu” diyor ve “gidişatı düzeltmek için gizli eylem planından başka bir yol bulunamadığını” söylüyor.
Bu da mı tanıdık?