'DAİŞ hiçbir yere gitmiyor, çünkü...’, ‘DAİŞ Suriye ve Irak petrollerinden nasıl para kazanıyor?’, ‘DAİŞ’i hemen nasıl yenebiliriz?’, ‘DAİŞ radikalleri nasıl üretiyor?’, ‘DAİŞ belgeleri: Sızan bilgilere göre DAİŞ nasıl devlet kuruyor?’, ‘Muhalifler DAİŞ’i nasıl yenebilirler ve İngiltere nasıl yardım edebilir?’, ‘Obama DAİŞ’in ne istediğini biliyor’, ‘DAİŞ’i iflas ettirmek’, ‘Almanya DAİŞ için zarları atıyor’, ‘Obama DAİŞ’e karşı savaşı kaybediyor’, ‘Batılı güçler DAİŞ’i bombalayıp petrolünü alıyorlar’, ‘DAİŞ kendi kendine nasıl yenilecek?’, ‘DAİŞ’i yenmek Irak’ı kurtarmaz’, ‘DAİŞ’le savaşıyormuş gibi yapmak’. Bu başlıklara onlarcası eklenebilir. Latin Amerika’dan Avrupa’ya, ABD’den Uzakdoğu’ya, Ortadoğu’dan Afrika’ya önde gelen yayın organlarında yer alan ve yalnızca Aralık 2015’in ilk haftasında -haberler hariç- başlığında DAİŞ geçen onlarca yazının birkaçı yukarıdaki gibi. Bu listeye son bir hafta boyunca çıkan ve DAİŞ’in farklı isimlerle anıldığı veya başlık yerine yazının konusu olan onlarca köşe yazısı da dâhil değil. Neredeyse bütün medya organlarının, Think Tank’lerin, dergilerin ve haber ajanslarının web sitelerinde artık DAİŞ özel bölümü bulunuyor.
Sadece DAİŞ’in telaffuz edilmesi ya da yazılara konu olmasında da bir orijinallik bulunmuyor. Daha ilginci, neredeyse bütün entelektüel üretimin içerik anlamında da tamamen tek tip olması. Benzer sayılabilecek bir durum 11 Eylül sonrasında terörizme karşı yükselmiş olsa da, konu el-Kaide olunca, yüzlerce soru ve hiç değilse -tutarlı tutarsız- onlarca komplo teorisi de küresel matbuatta arz-ı endam etmişti. Yaşanan durum, DAİŞ’i küresel bir sorun veya ilgi odağı olmaktan da çıkarıp, ilan edilmemiş ve insanlığın üzerinde ‘mutabık olduğu’ bir evrensel -hakikate- dönüştürmek üzere. Sadece bu bile yaşananın gerçekliğini veya dinamiklerini sorgulamak için yeterli bir durum olsa da, estirilen küresel entelektüel vandalizm rüzgârına yelkenleri açma konforundan vazgeçmek yeterince rahatsız edici olduğundan, çoğu kişi için evrensel tüketim zincirine dâhil olmak öncelikli tercih olacaktır.
Gelinen noktada, bütün ömrünü yeryüzünde hiçbir şeyin -gerçekten kendi dinamikleriyle- olma ihtimaline zerre saygı göstermeme teolojisi üzerine kurmuş olanlar ile yaprak kıpırdasa ‘İslami terörizm’ klişesi ile dünyayı açıklayanların nikâh kıydığı bir dönemden geçiyoruz. Milyonlarca insanın bütün yapısal sebepleriyle aşikâr bir halde ayağa kalktığı Arap İsyanlarını akla ziyan komplo teorileriyle açıklayanlardan, bölgesel statüko sarsılmasın diye akan kanı zerre umursamadan müesses nizamın açık destekçisi olanlara varıncaya kadar oluşan ortak mutabakat zemininin ismi şimdilerde DAİŞ’e dönüşmüş durumda.
Bu durumda, Körfez Savaşı’ndan bu yana görülmedik bir küresel askeri koalisyon zeminini de, evrensel entelektüel ortak platformunu da DAİŞ’in oluşturduğuna inanmamız gerekiyor. Bütün bunlar olurken, inşa edilen ‘güzelim teoriyi bozacak pis gerçek’ adına bir tek sorgulamanın yapılmaması gerekiyor. Kral çıplak demeyi aklının ucundan geçirene uygulanan entelektüel vandalizmin şiddeti tam da bundan kaynaklanıyor.
Önümüzde iki yol bulunuyor: Ya oluşturulan küresel dalgaya teslim olup, siyasal İsviçre çakısına dönüşen DAİŞ heyulasını tüketebiliriz ya da gerçekten yaşanan sorunun yapısal köklerine dair en azından başı sonu belli bir sorgulama yapabiliriz. Türkiye, krizin başından beri bu sorgulamayı yaptıkça küresel siyasal konforu bozan aktör oldu. Tam da bu noktada, ‘başka bir tercih veya politika mümkün müydü?’ sualinin meşru olduğunu söylemek gerekiyor. Yalnız, bu sorunun cevabını Suriye ve Irak’la en uzun sınıra sahip tek ülke olan Türkiye için aradığını unutmayan herkesin dönüp dolaşıp geleceği yerin Türkiye’nin cevabıyla aynı olacağını söylemek gerekiyor. Bu hâliyle asıl sorulması gereken soru şudur: DAİŞ deyince DAİŞ’i kasteden Türkiye’den başka kim var?