"Uçak gemisiyle gelen Amerika, balıkçı teknesiyle geri döner mi?" diye sordu, Cumartesi günkü yazısında Coşkun Başbuğ hoca.
Sistemin bu kadar krize girdiği bir zeminde bu soru çok önemli.
Haberlere düştü: Bir gemi daha gönderiyormuş Amerika.
Amiyane tabirle; Amerika'nın kuyrukçusu İngiltere de Doğu Akdeniz'e savaş gemilerini gönderiyor.
Mesele İsrail'i desteklemek değil, bu belli.
Aklın imha edildiği kesin!
"Rasyonelleştirme kapanı" diye bir kavram var.
Sistem krizi/buhranı derinleştikçe...
İnsanlar 'kör' bir dogmaya tutulurlar.
Sonrası malum...
Akıl, kısmi belirlenimlerin, dogmaların emrine sokulup, "kapana" çekilir.
Onun için 'din' şehadeti şart koşmuş.
Ne aklı dogmalaştırır, ne de dogmayı akılcılaştırır.
Hep sorgulama ister...
"Akletmez misiniz?" der.
Lanet bir savaşın ortasında olsak da, aklımızı hiç kaybetmeyeceğiz.
Serin kanlı bir şekilde olayları karşılayacağız, gerçekleri göğüsleyeceğiz.
Propaganda savaşlarının oluşturduğu anafordan aklımızla çıkacağız.
Mezar taşı ile övünülmez elbette...
Ama biz hep buradaydık ve bu coğrafyanın kadim hafızasıyız.
Dolayısıyla aklıyız.
Zaten bütün hikâyenin özü de bu.
O sebeple asıl hedef Türkiye...
Çünkü, Türkiye sistemin siklet merkezi.
Ne demişti eski ABD başkanlarından Clinton:
"20. yüzyılın ilk yarısını Türkiye belirledi; 21. yüzyılın da ilk yarısını Türkiye'nin gidişatı belirleyecek."
Bu söz, öylesine söylenmiş bir söz değil.
Clinton'ın sözünü, İngiliz aklının temayüz etmiş hali olan Churchill'in şu sözüyle okuyun:
"Türkiye solarsa sulayın, uzarsa budayın."
Elbette Türk'e Türk propagandası yapmayacağız.
Ama sistem içindeki ağırlık merkezimizi görmek için de bu tespitler önemli.
Ben, İsrail üzerinden Ortadoğu okumalarına öteden beri karşı çıkarım.
İsrail, emperyalist bir aparat, o kadar.
Avrupa'nın gettolarından sürülüp gelmiş bir halka bu kadar anlam yüklemek, bizi gerçeklerden koparıyor, akıldan yoksun bırakıyor.
Armegedon, Siyonizm baştan çıkarmalarına da kapılmanın alemi yok.
Bazen aparat aslın yerine geçer.
Bugün, İsrail'in ürettiği şiddet, ABD'yi içine çekiyor.
Aynı ABD Türkiye'yi tehdit etmekten geri durmuyor.
Zira Türkiye, uzun zamandır emperyalizmin oyununu bozuyor.
Olayı şöyle okuyalım...
ABD, Ortadoğu'dan çekilmek istiyordu.
Ama nasıl?
Irak'ta etnik ve mezhep çatışmalarıyla toplumsal birliği bozdu.
Kuzey'de bir Kürt otonom yapısı oluşturdu.
Suriye'de ise bir PKK devleti kurarak, Irak'ın kuzeyi ile bütünleştirmeyi hedefliyordu.
Fakat Türkiye buna izin vermedi.
Hem Irak'ın kuzeyinde terörle mücadelesini derinleştirdi...
Hem de Suriye'de bir oldu bittiye izin vermedi.
ABD'nin bütün kurgusu böylece çöktü.
Eğer Suriye'nin kuzeyinde bir devlet oluşumu gerçekleşmiş olsaydı...
Sözde uluslararası hukukun güvenlik şemsiyesi altında ABD'nin İsrail benzeri yeni bir operasyon aparatı olacaktı.
Ama olmadı, olamadı.
Baba Bush'lu ilk Körfez Savaşı'ndan bu yana ABD'nin yaşadığı akıl tutulması nirvanaya ulaştı.
Biden Amerikası da beceriksizlikte eli yükselterek, gelinen noktada kendini rasyonel kapana hapsetti.
Suriye'de uydu bir PKK/YPG devletine Türkiye'nin asla müsaade etmeyeceği, kararlı bir tavırla ortaya konunca, deli dana gibi Ortadoğu'da yeniden boy gösterdi.
Görünen o ki; 1 Ekim'de Ankara'da gerçekleşen terör saldırısı taşeron örgüt üzerinden Türkiye'ye verilmiş bir göz dağıydı.
Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın el yükselterek, "Üçüncü tarafların PKK/YPG'li tesislerden ve şahıslardan uzak durmasını tavsiye ediyorum." sözü ise Amerika'ya "gördüm" uyarısıydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son günlerde birkaç kez tekrarladığı "güvenliğimizi tehdit ediyorsun" ifadesini de en üst perdeden "beni başkalarıyla karıştırma" ikazı olarak görmek gerekiyor.
Doğu Akdeniz'e peş peşe savaş gemileri gönderiyorlarmış...
Varsın göndersinler...
Daha önce de geldikleri gibi gitmediler mi!
Nasıl gideceklerini önümüzdeki süreçte hep birlikte göreceğiz.
Lakin...
Tarih kendini hatırlatır.
Kimsenin şüphesi olmasın!