PKK, son zamanlarda Şemdinli üzerinden ilginç bir psikolojik harp uyguluyor ve BDP bu psikolojik harbin tam ortasında yer alıyor. Gece PKK’liler dağlara bayrak asıyor, gündüz olunca bu sefer de askerler aynı bölgeye kocaman bayrakları götürüp dikiyor.
Siyasi temsil bakımından Meclisin dördüncü büyük partisi olan bir partinin, umudunu ve geleceğini PKK’nin önüne koyduğu psikolojik harbe bağlaması, başta bu partiye oy veren Kürt seçmenler olmak üzere, bütün Türkiye için bir kayıptır.
Sayın Demirtaş Şemdinli hadiselerinden sonra ortaya bir iddia attı. Buna göre hükümet gerçeği halktan gizliyor çünkü Şemdinli kırsalı ve 400 kilometrekarelik bir alana yayılan bir toprak parçasını, devlet değil artık PKK kontrol ediyor.
Hem de 700 kişiyle..
Bence ortada PKK’nin ve onun isteği üzerine de BDP’nin realitelerden koptuğu bir durum söz konusudur.
Keşke PKK daha fazla geç kalmadan gerçeğe uyanabilse..
Bunun olabilmesini en çok arzu edenlerdenim. Ama nafile bir temenni ve nafile bir arzu bu; öyle görülüyor ki, Türkiye’nin siyasi zemini ve bu zeminin giderek demokrasi yönünde güçlenecek olması hiçbir şekilde PKK’yi tatmin etmeyecek, PKK, demokrasi güçlendikçe silahın ve şiddetin önde olduğu psikolojik harp yöntemlerine dört elle sarılmaya devam edecek.
***
Bir hayli hazin ve bir o kadar da ironik bir durumla karşı karşıyayız.
Çünkü devletin PKK’ye karşı mücadelede psikolojik harbi terk ettiği ve hakikate dönmeye başladığı bir dönemde, PKK filmi tekrar başa sarıyor ve ‘kurtarılmış bölge’ hayalleriyle hem kendini hem Kürt siyasetini, hem de kendisine inananları reel siyasi bir zeminde değil, sadece ulusal hissiyattan, dahası etnik hınç ve öfkeden beslenen psikolojik bir zeminde tutmaya çalışıyor.
Devletin Kürt sorununda tamamen güvenlik eksenli bir politikayı cumhuriyetten bu yana sürdürüyor olmasının maliyetini nasıl ki bu halk ödediyse, PKK’nin ‘savaş stratejisinin’ maliyetini de bugün hiç kuşku yok ki 15-16 yaşlarında savaşa sürülen Kürt gençleri ve halkın kendisi ödüyor.
Demirtaş ‘Şemdinli’yi PKK ele geçirdi, PKK başka toprakları ele geçirmeden gelin onunla anlaşın’ demeye gelen çağrılar yaptı.
Yani, Türkiye cumhuriyeti tarihinde bir ilkin gerçekleşmiş olduğunu ve ‘devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmının devletin egemenliğinden çıktığını’ açıkladı.
Açıkçası ‘devrimci savaş stratejisinin’ sonuç verdiğini ilan etti.
Sanki kimsenin farkında olmadığı bir gerçeğe dikkatlerimizi çeker gibi yaptı ama yaptığı şey psikolojik harpten başka bir şey değildi. Çünkü o da böyle bir durumun söz konusu olmadığını biliyordu, nitekim daha sonra bir araya geldiği medya mensuplarına söylediklerinin yanlış anlaşıldığını ifade etti. (Ezgi Başaran, Radikal-l2 Eylül)
***
Sayın Demirtaş’ın açıklamasını baştan sona okudum. Eğer ben de bu açıklamadan psikolojik harp sezmiş ve bu bana iki yazı yazdırmışsa, sıradan vatandaşı artık varın siz düşünün.
PKK uzun zamandır bu psikolojik harbi, BDP ve gönüllü medya üzerinden sürdürüyor.
Önce CHP Milletvekili Hüseyin Aygün kaçırılıyor, ardından, BDP’nin öncülüğünde PKK’lilerle bir mizansen buluşma gerçekleşiyor. Sonra internete gece karanlığında dağların tepesine bayrak asmaya çalışan bir PKK’linin görüntüleri düşüyor.. Devlet de geçmişte o bölgede dağa taşa ‘Ne mutlu Türküm diyene’ vecizesini bembeyaz taşlarla veya kireçle yazdırır, Ertürk Yöndemlere ‘Anadolu’dan Görünüm’ programları yaptırır, Türkçe bile bilmeyen Kürt ağalarını TRT’ye çıkartarak, psikolojik üstünlük sağlamaya çalışırdı. Bugün artık, böyle şeylere itibar etmeyen ve geçmişten ders çıkaran bir devlet ve hükümet var.
Psikolojik harbi devlet terk etti, şimdi PKK sürdürüyor.
***
Psikolojik harp senaryosunun buraya kadar olan kısmını anlamak zor değil ve ben bunu anlayabilecek durumdayım.
Anlamadığım şey Taraf gazetesinin bu psikolojik harbe bir takım haberlerle ve manşetlerle katkıda bulunmasıdır.
Felaketi haber verir gibi atılan ve Suriye’de İkinci Kürt devletinin kurulduğunu ‘ispatlayan’ manşetlerden sonra, Şemdinli için atılan manşetler barışa ve yumuşamaya değil, PKK’nin psikolojik harbine hizmet ediyor.
Psikolojik harbin her türlüsü çok kötüdür ve hiçbir şekilde meşru değildir. Bir ülkenin, bir halkın hakikatten kopuşu, psikolojik harbe inanmakla ve ona başvuranların haklı olduğunu kabul etmekle başlar.
Kürtler ve Türkler otuz yıl boyunca devletin psikolojik harbine yenik düştü. Daha birincisinin yol açtığı vahamet ve acı bitmeden, Türkiye bir psikolojik harbe ikinci kez yenilmemelidir.
Ve kendi kişisel hikayesi, Kürtlerin haklı davasına yazılmış bir yazarın, Kürtlerin psikolojik harbini yazmak zorunda kalması gerçekten de çok trajiktir ve üzücüdür.
Bu durumda galiba o yazarın ‘ulusal saflarla’ onun arasında akıp giden bir nehrin korunaklı tarafına doğru iyice geri çekilmesi ve aynı nehrin öbür yakasından atılacak taşlardan kendini iyice koruması gerekecektir.’
***
Değerli okurlar,
PKK tarafından, ‘Devrimci halk savaşı’ stratejisinin hayata geçirildiği günlerde yani yaklaşık iki yıl kadar önce yazılan bu ve başkaca bir iki yazı, daha sonra Taraf gazetesinden ayrılmama yol açtı. Taraf’ta niye yazıyorsun diye çok kızanlar, o tarihten sonra Taraf’a dost oldular. Ben ise Altan kardeşlerle, Cengiz Çandar’larla filan mahkemelik oldum. Çandar bana 4 bin TL tazminat ödemeye mahkum oldu. Öyle bir itibarsızlaştırma kampanyasıyla karşı karşıya kaldım ki ‘ben gerçekten bu muyum’ diye kendimi tanıyamaz hale geldiğim zamanlar yaşadım. Oysa bu insanlarla değil mahkemelik olmak isteseydim herkesten fazla dost olarak kalabilecek imkanlara ve şartlara sahiptim. Fikirlerim beni getirdi, Türkiye’nin en önde gelen aydınları ve entelektüelleriyle, mahkemeye taşıdı. Hiç pişman değilim, doğrusu görebildiğim kadarıyla bu arkadaşlar da pişman değil, gerillalar geri çekilme emri aldığında, dağlara çıkıyor, kandırıldıklarını söylüyorlar, geri çekilmelerin durduğundan emin olunca iniyorlar dağlardan biraz soluklanıyor, tekneyle uluslararası sulara filan açılıyor, uluslararası futbol müsabakalarına gidiyorlar, sonra yeniden kan döküldüğünde soluğu tekrar kan dökülen coğrafyada alıyorlar. İnsanların acısını ve yasını paylaşmak için değil ha! Bu yası ve acıyı Erdoğan’la mücadelenin kaçınılmaz sonucu olarak görüyorlar. Bu adamlar her felaketten sonra, sırf ‘biz demedik mi Erdoğan bu işi çözemez diye’ diyebilmek için Batılı seyyah edasıyla Kürtler’e gidip selam çakıyorlar!
***
Sevgili okurlar,
Değişen bir şey yok.. Psikolojik harbin merkezinde dün Şemdinli vardı. Bugün ise Kobani var. Psikolojik harp bu sefer de göz göre göre geldi. Dün Şemdinli’de kurtarılmış bölge olabileceğine inandırdıkları gibi, bugün de hükümetin Kobani’yi düşürmek için IŞİD’le işbirliği yaptığına maalesef insanları inandırdılar. Bu psikolojik harbin ağır yükü Şemdinli hadisesinde de Selahattin Demirtaş’ın omzuna yüklenmişti, yine aynı şey oldu. Cumhurbaşkanı adayı olduğunda, bütün Türkiye’de teveccüh ve saygı uyandıran, ulusalcılardan, AK Partililerden bile oy alabilen bir Kürt lider olarak Selahattin Bey, maalesef ortalık durulduğunda ve herkesi dehşete düşüren bir iç savaş manzarası ortaya çıktığında bir psikolojik harbin yarattığı sonuçların ağır yükü altında yeniden terlemekten kendini kurtaramadı. Türkiyelileşme projesi kaybetti, çözüm süreci ağır bir darbe aldı, Kürt ve Türk halkının kafası bir daha karıştı, Kürt Kürdü acımasızca öldürdü, Kürt siyasetinin en genç, en sevimli ve en sahici aktörü kaybetti. Peki şimdi Kobanê daha mı güçlü? Elbette ki hayır, Kobanê’de direnen insanlara da faydası olmadı bu kalkışmanın, zararı dokundu. Umarım bir daha tekrarlanmaz ve bu Kürt meselesinde yaşadığımız son psikolojik harp olur.