İstanbul Atatürk Havalimanı'nda öylesine, durup dururken ve bir sebep gösterilmeksizin öldürülen insanların neden katledildiklerini anlayamıyorsak, artık gerçekte başka bir şeyi anlamamızın hiçbir önemi yoktur. Çünkü, terör giysileri içinde karşımıza çıkan saf ''kötülüğü'' anlama çabasından vazgeçmek, uygulamada olduğu gibi düşüncede de ona karşı durmanın her dayanağından vazgeçmek demektir.
Amacı belli şeyleri, belli ve açık nedenlerden ötürü yok etmek değil de varlığın kendisini cinsine, rengine, inancına, türüne ve kültürüne bakmaksızın paramparça eden ve hayatı bütün kökleriye imha etmeyi uğursuzca hedefleyen bir tür kötülük türüyle karşı karşıyayız. Hannah Arendt'ın Holokost'u yorumlarken "İnsani nedenlerle öldürmek değil, daha çok tüm insanlık kavramını yok etmeye çalışmakla ilgili bir mesele" dediği bir meseledir bu tür kötülük. Varoluşun kendisine yönelmiş, gaddar, kural tanımaz, ahlaktan ve inançtan yoksun, haşin ve kinci bir "hiçlik" öfkesidir anlaşılması lazım gelen.
Bunu anlamak için ne kadar akıl gerekiyor?
Bunu anlamak için ne kadar vicdan gerekiyor?
Bunu anlamak için hangi ahlaki ölçülerden hareket edip, ne oranda erdemli olmamız gerekiyor?
Bunu anlamak için nasıl bir dile, nasıl bir kültüre ve hangi inanç sistemine bağlı olmak gerekiyor?
Günlük hayatın akışkanlığı içinde kendi habitatında kendi hayatlarını masum bir biçimde idame ettiren, savunmasız ve o ölçüde de hiçbir şeyden sorumlu olmayan insanları, sırf o anda sadece orada oldukları için katletmek, hangi ideolojinin, hangi inancın, hangi kutsal metnin emri ve vaazı olabilir? Bu eylemi, bu vahşeti hayatın bir parçasıymış gibi, hayata dair bir olguymuş gibi kabul etmek ve öyle anlamak mümkün mü? Eğer küçük çocuklara, bebeklere sistematik bir biçimde işkence etmek kabul edilebilir bir şey ise o zaman biz de bütün tahayyül sınırlarımızı aşarak bu kan dökücü şeytanlığa bir rasyonel temel bulalım!
DAEŞ'in zulmü ki- bu artık kelimenin tam anlamıyla sınır tanımayan bir zulümdür- hiç bir bakımdan Nazizim'in nedensiz zulmünden farklı bir zulüm değil. Dünyanın neredeyse her yerine fütursuzca taşınan bu zulmün, sistematik karakteri ve işlevi kesin bir dille söylemek gerekir ki, küstah bir iktidar arayışı ve onun keyfi meydan okuyuşundan başka bir şey değildir.
DAEŞ kendisini ne ile ifade ederse etsin, orijinine, aidiyetine ilişkin hangi söylemi istismar ederse etsin ve hangi din, hangi kültür, hangi ideoloji ve hangi siyasal sebeplerin mağduru olduğunu ileri sürerse sürsün, söylediği şeyler ile yaptıkları şeyler arasında makas o kadar büyük ve açık ki, asla söylediği şeylerin temsilcisi olamaz. Olan şey ile olması gereken şey arasındaki büyük yabancılaşma onu köksüz, aidiyetsiz ve temsil edilmesi mümkün olmayan şey haline getiriyor. Çünkü insani olan hiçbir şey asla bu kadar kötülük barındırmaz ve asla bu kadar kötülüğü sistemli hale getirmez.
Orta doğuda yeni bir siyasi konjonktürün emareleri ufukta belirmeye başlayınca, bu kan emici güruh, kaosun, krizin ve normal olmayan her şeyin gerçek temsilcisi ve faili olarak İstanbul Atatürk Havalimanı'nda bir kez daha sahne aldı. 2013 yılının Nisan ayında bütün konjonktürel gelişmelerin orta yerine pimi çekilmiş bir el bombası gibi atılıp, her şeyi alt üst ettikten sonra, şimdi de varlığına son verecek yeni konjonktürü geciktirmek için büyük bir iştah ve doyumsuz bir kinle İstanbul’u kana buluyor.
İsrail ile sağlanan yumuşama, Rusya ile başlatılmak istenen diyalog çabaları ve kısmen İran’ın dengelenmesi, anlaşılan DAEŞ'ı zıvanadan çıkarmaya yetmiş.
Tarihin karanlık labirentlerinden, ellerinde ölüm meşalesiyle günümüz dünyasının orta yerine fırlatılan bu zebaniler, hiç kuşku yok ki, layık oldukları dersi ve tepkiyi alarak tekrar inlerine dönmek zorunda kalacaklar. Çünkü Nazizim gibi DAEŞ de bir projedir ve vakti-zamanı geldiğinde sahipleri tarafından tasmalanıp onursuzca siyasi sahneden defolup çekilecekler. Ama o zamana kadar nice masum insanın kanına girerek yok olmalarına ve nice insanın ölümüne sebebiyet vererek büyük bir mağdurlar ordusunun oluşmasına neden olacaklar.