Dünkü yazımda DAEŞ'in bitirilmesi konusunda Batı'nın yanlış analizler yaptığını yazmıştım. DAEŞ'i bitirirse ancak Batı'yla ilişkileri iyi, oraya anlayabilen ve İslam dünyasında sevilen liderlerin bunu başarabileceğini yazdım. Tıpkı Nixon gibi aşırı uç bir anti Komünistin Vietnam Savaşı'nı bitirip Çin'le ilişkileri geliştirmesi gibi. Ya da Gorbaçov gibi bir Rus'un Soğuk Savaşı sonlandırmasına yardımcı olması gibi.
Eğer Batı ve ABD Müslümanları iyi analiz etmezse DAEŞ'in daha çok saldırısına maruz kalır. Öte yandan Türkiye'de de ne yazık ki DAEŞ'in bir kukla olduğu, kendi aklı olmadığı türünde yorumlar yapılıyor. Bu da DAEŞ'i anlamamak için büyük eksiklik. Mutlaka DAEŞ'in içinde başka istihbarat örgütlerinin adamları vardır ama genel mantığı içinde DAEŞ'in son derece sistematik hareket ettiği ve bir network'ü olduğu görülecektir.
Şerif Mardin, "Ayrıntıyı bilmeyen komplo yapar" demişti. Elbette her şey rastgele kendi başına olmuyor ama her şeyi komployla izah etmek de doğru değil. Karşımızda DAEŞ diye eli kanlı bir terör örgütü var. Ve bu örgüt sadece Ortadoğu'yu değil, Batı'yı da tehdit ediyor. Türkiye ise tıpkı PKK gibi bu örgütlerin tam göbeğinde ve hedef. DAEŞ'i iyi tanımak ve anlamak gerekiyor. Doç Dr. Serhat Erkmen terör konusunda çalışan uzman bir isim. 26 Mart'ta aljazeeere.com.tr'de "IŞİD sandığınız gibi değil" başlığıyla bir makale yazan Erkmen, DAEŞ'in yapısı ve çalışma biçimi üzerinde durmuş. "Hâlâ pek çok çevrede IŞİD’in bir kukla olduğu, kendisine ait bir aklı bulunmadığı, tamamen bir maşa olduğu söyleniyor. Bu yaklaşım, bir 'ön devlet' yapılanması ve davranışı gösteren bu örgütü anlamak için en kötü yol" diyen Erkmen'in şu tespitleri de son derece yerinde:
"Evet, Paris ve Brüksel’deki saldırılar biçimsel olarak İstanbul’dakinden farklı. Ama ortak özellikleri de hafife alınamaz. Örneğin her ikisinde de güvenlik güçlerinin odaklandığı bilinen ve yakalanmaya çalışılan hücreler bulunurken, eylemi daha önce tanınmayan kişiler yapıyor. Üstelik güvenlik alarmının son derece yüksek olduğu bir dönemde bilinen aktif hücrelerin etkisiz hale getirildiği düşünülürken eylemler gerçekleşiyor. Brüksel eylemi Salah Abdulselam’ın yakalanmasından 4 gün sonra gerçekleşti. Güvenlik alarm halindeydi ve eylem uyarıları yapılıyordu. İstanbul’da ise Aralık ayından itibaren pek çok IŞİD saldırısı engellenmişti. Dokumacı Grubu ve Gaziantep Grubu olarak bilinen yapıların önemli kişileri ya takip ediliyordu ya da kısa süre önce etkisiz hale getirilmişti. Üstelik Türkiye’de PKK’nın artan terör eylemleri nedeniyle güvenlik güçleri tedbirlerini çok artırmıştı. Oysa iki eylemde de muhtemelen öngörülemeyen hücreler ve eylemciler engellenemedi. Bu durum örgütün hareket tarzının anlaşılamadığını ya da hâlâ tam olarak çözülemediğini gösteriyor.
Türkiye’de sınır güvenliğinin artırılması sonucunda çok sayıda eylemci ülkeye girerken yakalanıyor. Ancak içeridekilerin hareketliliğinin engellenemediği görülüyor. Belçika’da ise 4 aylık bir süreçten sonra Salah Abdulselam, bulunması en muhtemel olan bölgede, üstelik defalarca taranan sokaklardan birisinde yakalanıyor. Dolayısıyla sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da da ciddi bir bilgi eksikliği ve güvenlik zafiyeti var.
Brüksel ve İstanbul’daki eylemlerin tek ortak noktası bu da değil. Türkiye’deki eylemle de yabancıların (özellikle İsrail vatandaşlarının) hedef alınması yüksek bir propaganda değeri sunuyor. Bu eylemin Türkiye’de radikalleşme eğiliminde olan kişilere gönderilen açık bir mesaj olduğu söylenebilir.
Dahası, IŞİD zaten PKK kaynaklı ciddi güvenlik sorunları yaşayan Türkiye’ye yeni bir güvenlik yükü getirerek ve turizmi baltalaması nedeniyle ekonomik sorunları artırarak Türkiye’yi caydırma amacı taşıyor olabilir. Brüksel ve İstanbul’da mantığın benzer olması eylemlerin aynı kişiler tarafından yapıldığı anlamına gelmez. Ancak, IŞİD’in Ortadoğu dışı eylemlerinin mantıksal benzerliği aynı stratejik akıldan çıktığını gösteriyor olabilir.
Bu nedenle, bu örgütle gerçekten mücadele edilmek isteniyorsa, uluslararası bir işbirliği şart. Hala pek çok çevrede IŞİD’in bir kukla olduğu, kendisine ait bir aklı bulunmadığı, tamamen bir maşa olduğu söyleniyor. Bu yaklaşım, bir “ön devlet” yapılanması ve davranışı gösteren bu örgütü anlamak için en kötü yol. Çünkü örgüt, öğreniyor ve gelişiyor. Bu nedenle, IŞİD’le mücadele etmek için hem Türkiye’nin hem de Avrupa’nın alması gereken uzunca bir yol olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz."
İşte böyle sistematik bir aklı olan örgütle mücadele için Türkiye gibi ülkelere ve Erdoğan gibi liderlere ihtiyaç vardır. Batılı aydınlar Erdoğan gerçeği ve Türkiye analizini yapamazsa daha çok hüsrana uğrarlar. Halbuki daha rasyonel düşünerek hareket eden Batı'nın DAEŞ konusunda Müslümanlara ihtiyacı var. Bu gerçeği anlayacaklar ama umarım bu süreçte çok can kaybı yaşanmaz.