Karar yazarı Etyen Mahçupyan, Atatürk Havalimanı’nda 44 kişiyi katleden terör saldırısının ardından yazdığı yazıda “IŞİD terörü ithal bir mesele olmanın ötesinde, içimizde büyümekte olan bir ur” diyor ve uyarıyordu: “Müslümanlar artık ötekine değil, kendi içlerine bakmaları gerekiyor. Mesele sadece dinin ‘yanlış’ anlaşılması ya da istihbarat eksikliği değil. Yüzde 99’unun Müslüman olmasıyla neredeyse övünülen bir ülkede nasıl olup da bazı Müslümanların şiddeti ve nihilizmi kutsayan bir radikalizm türüne bu denli yatkın olabildikleri”.
Anlamak ve doğruyu bulabilmek için sormak sorgulamak gerek. Mesela yazar burada tam olarak ne diyor? Yüzde 99’u Müslüman olmayan Avrupa ülkeleri başta olmak üzere dünyanın her yerinden kolaylıkla “savaşçı” bulabilen DAEŞ’e ne yazık ki Türkiye’den de katılım olmasını mı kast ediyor?
Türkiye’de gençlerin radikalleşmesi ve DAEŞ etkisine girmesi ihtimalini mi dert ediniyor?
DAEŞ’in toplumda karşılık bulma ihtimali ciddiye alınması, korkulması ve illa ki tedbirli olunması gereken bir durumdur evet ama Mahçupyan bunu neden İslamafobik oryantalistler gibi yapıyor?
DAEŞ terörünü PKK, DHKPC, MLKP teröründen ayıran nedir?
“Yüzde 99’unun Müslüman olmasıyla neredeyse övünülen bir ülkede...” diye başlayan cümle PKK’ya mensup teröristler için de geçerli mi?
Selefi dini radikalliğin ve DAEŞ benzeri terör örgütlerinin hiçbir zaman aşırı sol ve PKK, DHKPC benzeri terör örgütleri kadar destek ve itibar görmediği, katılım bulmadığı açıkken DAEŞ tehdidinin “yüzde 99” üzerinden ifade edilmesindeki maksat nedir, nedendir?
DAEŞ içinde farklı dinlerden ve ateist teröristlerin de olduğunu söylüyor DAEŞ uzmanları. Peki, Hıristiyanlar ve diğer din-inanç grupları için söylenmeyenler Müslümanlar için nasıl bunca kolay söylenebiliyor?
PKK’nın taban bulmasına yol açan sebeplere Kürtlük ve Kürt nüfus oranı ekleniyor mu ki DAEŞ yayılmasın denirken İslam dini ve Müslümanlar teröre sebep gibi gösteriliyor?
DAEŞ terörüyle ve arkasındaki hastalıklı zihniyetle mücadele için meselenin gerçekten künhüne varmak gerek. Ama kusurlu, sıkıntılı, giderek kasıtlı yaklaşımlardan da sakınmak gerek.
Betül Soysal Bozdoğan’ın farklı uzmanlık alanlarından isimlerle DAEŞ üzerine röportajlarından oluşan “DAEŞ / 3. Dünya Savaşı’nın Deşifresi” adlı kitabı bu anlamda önemli bir sondaj çalışması olmuş.
HayyKitap’tan çıkan kitapta DAEŞ’in İslam’dan referans göstermesi bahsinde Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez çok net izahatlarda bulunuyor. Müslümanların terörist, İslam’ın barışa tehdit gibi sunulmaya çalışılmasına haklı ve güçlü bir itirazda bulunuyor. Altını çizdiğim satırlar şöyle:
İslam dini, İslam medeniyeti ve Müslümanlar tehdit altındadırlar.
DAEŞ türü yapıların zulüm işkence ve vahşete, şiddet hiddet ve nefrete İslam’dan referans bulması mümkün değildir. Bunlar yürüttükleri mücadelenin savaş olduğunu zannetmekteler. Oysa İslam açısından bunların yaptıkları savaş değil terördür, vahşettir. Bu bir cinnet halinin örgütlenmiş halidir. İslam bırakın insanlara, vahşi hayvanlara dahi müsle/işkenceyi haram kılmıştır.
DAEŞ bir “kaos teolojisi” ürünüdür. Bir dinin metodolojisini bir tarafa bırakıp sadece metinlerini kendi ideolojinize uygun yorum malzemesine dönüştürmeye kalkarsanız bulamayacağınız referans yoktur. Bu yöntemle Tevrat’tan Siyonizm, İncil’den Haçlı seferlerini çıkardılar.
İslam radikalleşmiyor, radikallik İslami bir referansla meşruiyet aramaya çalışıyor.
Aşırı sol hareketler, anarşizm ve devrimci sosyalizm Berlin duvarının yıkılmasından sonra cazibesini kaybetti. Savaş ve şiddetin yaşandığı İslam coğrafyasında isyan hareketleri kendilerine İslam’dan meşruiyet arayışına girdiler. DAEŞ’in kurucularının sosyalist Baas rejiminin komutanları olduğu unutulmamalıdır.