Kriz ve geçiş dönemlerinde, doğru bir okuma yapabilmek için, krize neden olan sektörlere ve onların ürettiği üst yapıya bakarsanız yanılırsınız, aynı şekilde kriz sonrası, krize neden olan sektörlerin yerine geçecek yeni sektörlerin durumu da size var olan anı tam anlamıyla anlatmaz. Örneğin, tam şimdi ABD’nin durumunu, gayrimenkul hatta Detroit’de kümelenmiş otomotiv sektörüne bakarak anlatamazsınız. Aynı şekilde ABD’nin durumunu, herkesin bir üst modelini heyacanla beklediği bilgisayarların üreticisi teknoloji firmaları da anlatmaz. ABD’nin durumu, ne Detroit’deki otomotiv ve gayrimenkul sektörü kadar kötü ne de kasalarında yüzmilyarlarca nakit varlık olan ve bunları yatıracak yer bulamayan, teknoloji rantına (karlılığına) boğulmuş ‘parlak’ teknoloji firmaları kadar iyidir.
Böyle zamanlarda hem önceki dönemi hem de gelecek dönemi sürüklemiş/ sürükleyecek, belki de dönemler üstü diyebileceğimiz, alanlara bakmak gerek. Örneğin enerji...
Temel değişim alanı: Enerji
Enerji alanındaki değişim, hem arz hem de talep yönüyle böyle dönemlerde çok önemlidir. Ayrıca bu alana yönelik devletlerin iştahı ve o zamana kadar süren ‘oyunu’ değiştirme iradeleri de izlenmesi gereken bir değişkendir.
Örneğin ABD, bu dönemde enerjide kendi kendine yeten hatta fazla veren bir ülke olmaya doğru güçlü adımlar atıyor. İşte bu adımları siz ABD’nin Ortadoğu politikasından ayrı bir yere koyamazsınız. Ortadoğu’da enerji oyununun değişmesi ve devreye yeni aktörlerin girmesi ABD’nin son yıllardaki enerji politikalarından bağımsız değildir. Aynı şekilde Türkiye’nin, başta Güney Gaz Koridoru olmak üzere, Irak hatta İran’la geliştirmeye çalıştığı yeni enerji denklemi, Türkiye’de bütün bu olan bitenden bağımsız değildir.
Türkiye’nin ekonomisi için eleştireye başlayacaksınız cari açıktan başlarsınız; cari açığın kökeni dış ticaret açığıdır bunun da en önemli -ilk kalemi- enerji ithalatıdır. Türkiye’nin 251 milyar dolar olan toplam ithalatının 55 milyar doları enerjidir. Demek ki enerji, 99,8 milyar dolar olan dış ticaret açığımızın, tek başına, yarısından fazlasını oluşturuyor. Şimdi bu önemli kalemi hızla aşağı çekmek -hele kısa vadede- ekonomik önlemlerle olmaz; burada siyasetin devreye girmesi gerekiyor.
Cari açığı siyaset çözer
İşte siyasi olarak bu alanda atacağınız adımlar için ilk önce, Türkiye’nin, bütün cumhuriyet dönemi boyunca, izlediği ve ‘resmi’ devlet politikası olarak bilinen dış politikasını kökten değiştirmesi gerekiyordu. Bunu yapıyoruz; yani Misak-Milli’ye siyasi olarak değil ama, ekonomik olarak yeniden döndük. K.Irak Kürt Yönetimi ile yapılan petrol ve enerji anlaşmaları aynen budur. Öte yandan, yanı başımızda ne olursa olsun, bizi ilgilendirmez ‘yurtta sulh cihanda sulh’ aymazlığından da vazgeçtik. Tabii ki bu ‘yurta sulh cihanda sulh’ gerçekte şuydu; dışarıda sizin çıkarınıza aykırı ne olursa olsun gözünüzü kapayın ve ‘status quo’ya razı olun, içeride ise, Kürtler, yoksullar, azınlıklar falan ses çıkarırsa ezin.’ Misak-ı Milli’den vazgeçmek status quo’nun gereği olduğu kadar, cihanda sulhun da gereği idi, aynı şekilde, Dersim katliamı da, azınlık mallarına el koymak da içerideki status quo, yani yurtta sulh idi.
Çürümeyi durdurmak....
Tam 1853’te, yani Rusya ve Batı arasında (Rusya-Prusya-Almanya- diğer yanda Britanya ve Fransa) pazar ve ticari geçişler -Boğazlar- kapışmasının başladığı ve Kırım Savaşı’yla taçlanan, Osmanlı’nın hedef olduğu tarihte... New-York Daily Tribune’de yayınlanan bir makalede Engels şunu yazıyordu; ‘Osmanlı (Türkiye) çürümeye devam ediyor; şimdiki güç dengesi ve düzeni, status quo’nun korunması sürüp gittikçe çürümeye devam edecek.’ Evet, bu topraklar hep çürütüldü. Tıpkı, çürüyerek enerjiye dönen ve sonra el konulan bütün fosil yakıtlar gibi... Devam edelim; Rusya ve Almanya’nın, işte tam 1850’lerde başlayan birlikteliğini, tam şimdi ortadan ikiye bölen, Kafkasya’daki tüm enerji alanlarına-Hazar’dan başlayarak- dönük yeni bir politikayla Güney Enerji Koridoru’nu inşa etmeye başlayan Türkiye, hiç şüphesiz, Engels’in 1853’te yazdığı status quo’yu yerle bir ediyor. Ve ‘çürümeyi’ ancak şimdi durduruyor.
Akaryakıtta nasıl soyuluyoruz?
Ama başta enerji olmak üzere, bütün temel alanlarda korkunç kayıplarımız var. Bu kayıplar soygun olarak hep sürdü ve sürüyor.
Şimdi size çok somut bir soygundan bahsedeciğim. EPDK verilerine göre, bugün itibariyle Türkiye’de, akaryakıt piyasasında, 12.638 istasyonlu bayii, 77 dağıtıcı firma, 2 inşaat aşamasında 6 rafineri, 239 Madeni Yağ Lisansı, 48 Serbest Kullanıcı Lisansı, 66 ihrakiye lisansı, 112 depo lisansı, 28 iletim ve 24 işleme lisansı olan irili ufaklı oyuncu var.
Bu piyasanın büyüklüğü (akaryakıt sektörü) 125 milyar TL’dir. 2012 Yılında Akaryakıtta elde edilen dolaylı vergiler toplamı 43.5 milyar TL’dir. (Bu tutarın 31.2 TL’si ÖTV,12.3 TL’si ise KDV’dir). Şimdi bu alanda tahmin edeceğiz gibi, çok büyük bir ÖTV ve KDV kaçağı vardır.
Nasıl kaçırıyorlar, kimler kaçırıyor?
Bu alanda kaçak en çok, ithal limanındaki depolardaki ayak oyunlarıyla olmaktadır. Gemilerden depoya fazla basılan ama kayıda -bir şekilde- girmeyen mallar, büyük ithalatlarda gemi depolarındaki ‘artık’-fire- malların biriktirilip satılması, ithalatçı, depocu ve akaryakıt istasyonu işbirliği ile yapılan faturasız geçişler, bayiye satılan akaryakıtta düşük kesafet ve tonaj hilesi, özel statülü belgelerle kaçırılan ÖTV, ulusal stok hileleri, ulusal marker hileleri ve el altından marker satışı, Panama bandıralı küçük tonajlı gemilerle yapılan kaçakçılık... Bu yöntemlere tabii ki bayilerin gizli tank, yazar kasa hileleri gibi daha küçük çaptaki oyunları da eklenmeli... Bütün bu kaçakçılık çevrimi, daha çok güney limanları ve illeri kullanılarak yapılmakta ve Kıbrıs’daki depolar da kullanılmaktadır. Van ve Hatay illleri merkez illerdir. Bakın burada, ‘fire yöntemiyle’ yapılan kaçakçılığın Türkiye için yıllık vergi kaybı yaklaşık 1 milyar TL’nin üzerindedir. Diğer yöntemleri de buraya kattığımız zaman kaybın, en az, 4-5 milyar TL’yi bulduğu sanılmaktadır. Hükümet, özellikle son yıllarda bu alanda bu büyük kaçakçılığı önleyecek yasalar çıkardı, düzenlemeler yaptı ama tabii ki henüz hem bu düzenlemer hem de yasalar yeterli değil. Ancak, başta bu işin en ‘büyükleri’ olmak üzere, bu alanda atılan adımların da kimleri rahatsız ettiğini ve bu rahatsızlığın Hükümete karşı nasıl bir ‘muhalefete’ dönüştüğünü de tahmin edersiniz. Size bir şey daha söyleyelim; devlete gelir olarak girmeyen ve kaçırılan bu milyarlarca liranın hatırı sayılır bir kısmı, tam şimdi, nereye gidiyor biliyor musunuz; Hükümete darbe yapmak isteyen çevrelere ve onların belediye başkan adaylarının seçim kampanyasına... Evet, enerjinin yüz yılı aşkın yolculuğuna bakın... Çok öğretici, çok aydınlatıcıdır...