Bu gibi kavramların meşru siyasi rekabet içinde kullanılması her şeyden önce demokrasiye ve dolayısıyla halkın iradesine kasteden darbeci teşekküllerin vahametini hafifleteceği için tehlikelidir. Lakin geçenlerde Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, AK Parti içinde giriştiği tasfiye operasyonunun başarısız olmasının acısını bu sözlerle ifade edince alıntılayarak kullanmakta bir beis olmadığını düşündüm.
Ahmet Bey, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde danışman olarak göreve getirilmiş, daha sonra dışarıdan dışişleri bakanı yapılmış, Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilmek suretiyle AK Parti Genel Başkanlığı ve Başbakanlıktan ayrılınca yine onun işaret etmesiyle bu görevler kendisine verilmişti.
Tüm bu sürecin siyasi aktörü elbette ki Tayyip Erdoğan’dı. O gün Erdoğan Davutoğlu’nu değil de tıpkı 2007’de olduğu gibi Gül’ü işaret etseydi tüm delegelerin oyunu Gül alırdı. Ve o durumda da siyasi lider yine Erdoğan olurdu.
Aksini iddia etmek siyaseti kalın kitaplarda yazan kalıp tanımlardan ibaret sanmaktır. Sokağın siyaseti gerçektir ve gerçekler bazen acıdır.
Bu bir geçiş süreci olarak planlanmıştı. Cumhurbaşkanını ilk kez halkın seçmesi -ki buna 2007’deki referandumla halk karar verdi- parlamenter sistemi zaten fiili olarak dönüştürmüş, Erdoğan’ı ilk turda Cumhurbaşkanı seçerek çok güçlü bir siyasi merkeze dönüştürmüştü. Olması gereken, hükümet sisteminin değişimi için kolları sıvamak ve fiili durumu anayasal hale getirmekti. Fakat bildiğiniz gibi Ahmet Davutoğlu ve ekibi kendisine tevdi edilen görevleri bileğinin hakkı ile elde ettiğini düşünerek ayrı baş çekmeye başladı. Sonrası herkesin malumu, kendini önü alınamayan bir sürece soktu ve Binali Yıldırım’ın genel başkan adayı olduğu kongrede yarışa girme cesareti göstermeyerek AK Parti’de siyasi figür olma şansını da tümden kaybetti. Bana kalırsa siyasetin doğasına aykırı olan bu tutumu, Gelecek Partisi’nin de bir geleceğinin olmayacağının göstergesiydi.
Esas mesele şu; Ahmet bey kendi nakısalarını görmeyi reddederek siyaseten güçlü olmadığı bir yerde kendinde olmayan bir güçle Tayyip Bey’e kafa tutmaya kalkmış ve başaramamıştır. Bu başarısızlığın bir özeleştirisini yapacağı yerde sorumlu olarak cunta arayışına girişmiştir.
“Artık ‘Cumhurbaşkanı iyi ama çevresi kötü’ aldatmacasının daha fazla savunulacak hali kalmamıştır. Türkiye’deki adaletsizliğin, hukuksuzluğun, yasakçılığın, baskının sorumlusu bizatihi Erdoğan’dır. Çünkü çevresini bu cuntacı odaklarla dokuyan bizatihi kendisidir.” sözünün hükmü nedir sizce?
Madem cunta sözünü bu kadar kolay kullanabiliyoruz, soralım biz de; bizzat Erdoğan’a siyaseten en güçlü olduğu dönemde pirifani cumhurbaşkanı olmayı yakıştıranlardan daha cuntacı kim var acaba Erdoğan’ın çevresinde.
Kazanamayacağınız bir yarışa girdiniz ve kaybettiniz. Cunta laflarıyla geçmişteki başarısızlıklarınıza bahane arayacağınıza kurduğunuz partinin ayırt edici vasıflarını öne çıkartın. Zira siyasi partileri anlamlı kılan seçmene ümit veren farklılıklarıdır. AK Parti’nin kurumlaşmasında kimseye verilmeyen görev size verilmişti. Kurumsallaşmayan partilerin halinin ne olduğu ortadadır. Cumhuriyetin kuruluşuyla yaşıt CHP kurumsallaşmak yerine ideolojikleşmeyi tercih ettiği için bugün siyasi bir işlev görmekten öte kutuplaştırıcı bir misyona soyunmuştur.
Gelecek Partisi ya de DEVA Partisi ya da İyi Parti, varlıklarıyla siyasette tek tipleşmenin önüne geçecek bir farklılık ve misyonu mu ifade ediyor yoksa siyasette AK Parti ışındaki siyaseti tek tipleştirmeye ve dolayısıyla toplum ve siyaseti kutuplaştırmaya mı hizmet ediyor?
Bunlara kafa yormak daha isabetli olacaktır.