Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 28 Ağustos 2014’ten itibaren Cumhurbaşkanı olacak. Sonuçlar milletimize ve gözü Türkiye’de olan bütün mazlumlara hayırlı olsun.
Bir takım vesayet odakları veya askerlerin işaretiyle değil de doğrudan halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanının devlet ve millet arasındaki ilişkileri sağlamlaştıracağını düşünüyorum. Bundan dolayı, demokrasimizin daha da güçleneceğine inanıyorum.
Daha önce de yazdım: Halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanının, bizleri öteden beri sorunlu olan Yükseköğretim Kurulu (YÖK)-üniversite-toplum ilişkilerini yeniden tanımlamaya zorlayacağını ve sorunlu ilişkileri azaltacağını düşünüyorum.
Bugüne kadar kimi YÖK Başkanları ve rektörler, halkın bütün taleplerine rahatlıkla sırt çevirdiler. Daha kötüsü, milyonlarca insanı en temel haklarından olan öğrenme özgürlüklerinden ettiler. Bunun sebebi, halka hiçbir şekilde dayanmayan ve onlara karşı sorumluluk hissetmeyen ve aynı zamanda Anayasal olarak YÖK’ün patronu olan Cumhurbaşkanlarının varlığıydı.
Başbakan Erdoğan, bugüne kadarki bütün Başbakanların tamamının toplamından daha fazla sayıda üniversite açmış ve böylece Türkiye’de yükseköğretimin evrenselleşmesine büyük bir katkı yapmıştır. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül döneminde, yükseköğretim sisteminde ciddi bir normalleşme yaşanmıştır. Gül tarafından atanan YÖK Başkanları Yusuf Ziya Özcan ve Gökhan Çetinsaya, önceliği akademik özgürlüğü genişletmeye, yükseköğretime erişimi ve kaliteyi artırmaya vermişlerdir. Bu dönemde hükümetle ve toplumla çatışan bir YÖK ortadan kalkmış, asıl işine odaklanmaya alışan bir YÖK karşımıza çıkmıştır.
Ancak gelinen noktada, yükseköğretim sisteminde müdahale bekleyen ve Erdoğan’ı bundan sonra daha çok ilgilendiren çok önemli iki konu var:
Birincisi, 12 Eylül darbecileri tarafından oluşturulan, öğrenci ve öğretim üyelerini kontrol etme amaçlı ve topluma hesap vermeyi dışlayan yükseköğretim sisteminin reform edilmesi. Bunun için Anayasal ve yasal değişiklikler gerekiyor. Mevcut Meclis aritmetiği ve partiler arasındaki uzlaşma yokluğu dikkate alındığında, Anayasal ve kapsamlı değişiklikler için 2015 seçimlerini beklememiz gerekebilir. Ancak en azından mevcut Anayasaya uyumlu değişiklikler için hemen çalışmalara başlanabilir.
İkincisi, Erdoğan’ın evrenselleştirdiği yükseköğretim sisteminin kalitesini artırma ve böylece Türkiye’nin 2023 hedeflerine tam uyumlu bir hale getirilmesi. Üniversitelerin öğretim üyesi açığının kapatılması ve yükseköğretime daha çok kaynak ayrılması gerekiyor.
Defalarca yazdım ama somut bir gelişme olmadığı için tekrarlayacağım: Acil bir şekilde akademisyenlerin özlük haklarının iyileştirilmesi gerekiyor.
Varşova Büyükelçimiz ve Eski YÖK Başkanımız Yusuf Ziya Özcan da geçen hafta boyunca, twitter’da konunun önemini yılmadan anlattı. Kısaltarak aktarıyorum:
“Kalkınmanın belkemiği insan gücümüzü yetiştiren üniversite hocalarımıza vefa borcumuz var. 12 yıldır başkalarına yapılan zammı bekliyorlar.”
“Akademisyenlerin özlük haklarının iyileşmesiyle üniversiteye pırıl pırıl gençler almak mümkün olacak, Türkiye’nin önü açılacaktır.”
“Kimse merak etmesin. Bu haksızlığı, bütün haksızlıklara tek başına karşı koyan Başbakanımız ortadan kaldıracaktır. Biraz bekleyelim.”
“Eski öğretim üyesi olan Sayın Başbakan Yardımcılarımız Beşir Atalay ve Emrullah İşler’den akademisyenlere destek istiyoruz.”
“Sayın Maliye Bakanımızın elinde akademisyenlerin maaş durumlarıyla ilgili bir çalışma olduğu biliniyor. Akademi desteğinizi beklemektedir.”
Marmara Üniversitesinden Talip Küçükcan da, bu satırları yazdığım sırada, akademisyen kökenli çok sayıda bakan (B. Atalay, E. İşler, Ahmet Davutoğlu, Nabi Avcı, Veysel Eroğlu) olduğu halde, akademisyenlere 12 yıldır bir zam yapılmadığına dikkat çekiyordu twitter’da.
Üniversitelerin demokrasi ve kalkınmadaki önemini; Ali Babacan, Cevdet Yılmaz ve Fikri Işık’ın da bildiğinden eminim.
Bütün nesnel koşullar, akademisyenlere zam yapılması gerektiğini gösteriyor. Ancak gecikme, akademisyenleri üzmekte ve üniversitelerin kan kaybetmesine yol açmaktadır.