Millî ordunun İzmir’i geri almasının üzerinden neredeyse bir yıl geçmişti; fakat Millî Mücadele’nin önder kadrosu arasındaki anlaşmazlık ve çatışma iyice derinleşmişti. Bu kadar kısa sürede bu ayrışmanın bu denli derinleşmesi, geleceğe ilişkin bir işaretti de. Şimdi bir an için gözlerimizi kapayalım ve 91 yıl öncesine gidelim; orada duralım ve olan biteni bir fotoğraf karesi içine alalım.
Karabekir’in gözlemleri
Kendisini doğunun fatihi olarak görmekte olan Millî Mücadele’de Erzurum’daki kolordunun komutanı olan ve Nutuk’ta doğu cephesindeki başarıları bir satırla geçiştirildiği için derin hayal kırıklığına uğrayacak olan Kâzım Karabekir, Ankara’da değildi, cumhuriyetin ilân edildiği 29 Ekim günü. Karabekir kolordu kumandanı olarak bir süreden beri denetim amaçlı uzun sürecek bir yurt gezisine çıkmıştı. Eylül ayı başından beri seyahat halindeydi. Ekim ayında Erzurum’a dönmüştü.
Karabekir, anılarında, tam bu sırada Erzurum’da halk arasındaki söylentileri şöyle aktarıyor “Gazi emrine râm bir meclis kurdu ve hükûmet yaptı. Birinci Büyük Millet Meclisi zamanında yapamadığını bu sefer yapacak. Padişah ve halife olmayı kurmuş… İstiklâl harbinde canla başla çalışanları da ortadan kaldıracakmış…” Bu sırada Salahattin Adil Paşa’dan aldığı mektupta da, Karabekir’i uyaran paşa, onun tam da bu sırada Ankara’dan ayrılmasının doğru olmadığını belirtiyordu. O da aynı kanıdaydı. Gazi, hilafeti ve saltanatı üzerine almak üzereydi. Kendisi Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ı da uyarmıştı. Bunun üzerine Karabekir de Çakmak’ı bu konularda bilgilendirecektir. Bir yandan da cumhuriyet ilân edileceğine ilişkin söylentiler almış başını gidiyordu.
Duayla kutlanan cumhuriyet
Cumhuriyetin ilânına iki gün kala Karabekir Erzurum’daydı. Geleceğe ilişkin karamsarlık yayılıyordu. Bir gün önce kendisine hükûmetin istifasına ilişkin haber iletilmişti; ayrıca, Karabekir’in kolordu kumandanlığından alındığı ve Birinci Ordu Müfettişliği’ne atandığı bildirilmişti. Karabekir, yeni hükûmetin İsmet Paşa tarafından kurulacağını tahmin ediyordu. Şöyle yazıyor: “Benim de Ankara’da bulunmakla, çok eski ve samimi hukukumuz dolayısıyla hürriyet ve hâmimiyeti milliyemizin korunacağına ümidim olduğunu belirttim.”
30 Ekim sabahı Karabekir telefonla aldığı haberde, Millî Savunma Bakanlığı’ndan gelen bir telgraf üzerine, cumhuriyetin ilân edildiğini öğrenecektir. Ona bu haberi veren bahriye müfreze komutanı ise, “yüz pâre top atışı” emrini de kendisinden soruyordu. Karabekir, önce valiyle görüşmeyi uygun görür. Telefonla valiye durumu sorar. Valinin hiçbir şeyden haberi yoktur. Askerî makamların da öyle. Karabekir, anılarında, gerek miletvekili ve gerek ordu komutanı olarak, kendisine hiçbir şeyin bildirilmemiş olmasından dolayı duyduğu kırıklığı yansıtmaktadır. Bu haber, halkı da, orduyu da telâşa düşürmüştü. Şöyle devam ediyor: “Bu vaziyette tabiî cumhuriyetin ilânını ertesi gün dahi kutlayamadık.” Ama aynı gün Kars’ın geri alınışının yıl dönümü olduğundan, kutlama töreni gerçekleştirilir. Ertesi günün akşamına kadar hâlâ Ankara’dan bir haber alınamamıştır.
30 Ekimi 31 Ekime bağlayan akşam Karabekir Ankara’dan durumu sorar. Nihayet ertesi sabah 31 Ekim’de ajanslarla birlikte valiliğe de haber ulaşır ve Karabekir kutlama toplarının ateşlenmesi için emir verir. Fakat belediye başkanı, resmî tören için valiyi uyarır; aksi yönde konuşmalar da yapılabileceği konusunda. Bunun için hiç nutuk çekilmemesini tesviye edince, vali de bunu onaylamış. “Yalnızca bir dua okundu” diyor Karabekir.
Karabekir, İsmet Paşa’nın başbakan olduğunu ve Atatürk’ün de Cumhurbaşkanı seçildiğini yine ajanstan öğrenmişti. “Cumhuriyet ilânıyla artık hilafet ve saltanat mefkûresinin son verildiğini görerek, her iki habere de sevindim” diyor Karabekir. Karabekir’in sevincinin nedeni basitti: “Çünkü, artık hâkimiyeti milliye devam edecek ve diktatörlüğe meydan” verilmeyecekti.
İstanbul’a dönüş
Karabekir, bu sahnelerin Nutuk’ta kendilerini gözden düşürmek için kullanıldığını anlatmaktadır. Ona göre; “eski arkadaşlarının rakip olabileceği endişesiyle suni şahsiyetler icadı da lâzım gelmişti; bunun için eski arkadaşlarını kötülemek lâzımdı; bunu da hakkıyla yapmıştır.” Karabekir, ancak 10 Kasım’da, aradan geçen beş yıldan sonra, İstanbul’a döner ve orada Rauf Orbay ile Refet Bele tarafından karşılanır. Onların da cumhuriyetin ilânından 30 Ekim sabahı top sesleriyle uyanarak haberleri olmuştur.
ALİ FUAT CEBESOY’UN ANLATTIKLARI
Cebesoy da anılarında cumhuriyetin ilânı sırasındaki duygu ve düşüncelerini nakletmektedir. Buna göre; İstanbul’un 2 Ekim’de tahliyesini gerçekleştiren itilâf güçlerinin ardından, kendisi Meclis ikinci başkanlığından ayrılmış ve İkinci Ordu Müfettişliği’ne atanmıştı. Yeni görevine başlamadan önce 25 ve 26 Ekim gecelerini Atatürk’ün yanında Çankaya köşkünde geçirmişti. Kendisinden 27 Ekime kadar Ankara’da kalması istenmişti. Öyle de yapmış ve 28 Ekim sabahı trenle erkenden Ankara’ya doğru yola çıkmıştı. 29 Ekim sabanı İstanbul’dadır. Burada kendisini Rauf Orbay ile Refet Paşa ve Adnan Adıvar karşılar. Birkaç saat sonra her birlikte toplandıklarında, Ankara’daki son gelişmelerin değerlendirilmesi yapıldığında, Cebesoy, çok yakında cumhuriyetin ilân edileceğini düşündüğünü açıklayacaktır. Adıvar, cumhuriyetin yeni anayasanın kabulünden sonra ilan edilmesinin daha uygun olacağını belirtince, Cebesoy da bu görüşe katılır, fakat bu mümkün olmayacaktır. Bu görüşmeden sonra Cebesoy annesinin Kuzguncuk’taki evine geçer.
Anılarında bundan sonrasını şöyle anlatacaktır: “İstanbul’a geldiğimin ilk gecesi ana yuvasında, güzel hislerle geçirirken, birdenbire atılan toplara bir mânâ verememiştim. Ertesi sabah yataktan kalkınca, ilk işim gazetelere bakmak oldu.” Cebesoy da cumhuriyeti, yeni cumhurbaşkanını ve hükûmeti gazete haberinden öğrenir. O da tıpkı, Karabekir gibi, cumhuriyetin ilânını bir ‘emri vaki’ olarak tanımlayacaktır.
RAUF ORBAY’IN GÖZÜYLE CUMHURİYET
Orbay da anılarında gelişmeleri anlatmaktadır; buna göre, kendisi Lozan görüşmeleri dolayısıyla görevinden yani hükûmet başkanlığından ayrılmıştır. Atatürk’le son görüşmesi de bu vesileyle olur. Kendisi de Sivas’a doğru yola çıkar. Yeniden İstanbul’a döndüğünde, 29 Ekim gecesi “geç vakit henüz yatmıştır” ki, “top sesleri”yle uyanır. “Meraklı kulak” verir. “Top sesleri” dinmemektedir. İçinden sayar ve yüze yaklaştığını duyunca, “mutlaka cumhuriyettir” diye düşünür. Sabahleyin erkenden gazeteleri okuyunca, görüşünde yanılmadığını anlar. “Müsterih” olur.
Orbay, diğer paşaların görüşlerine katılmamaktadır; ona göre, zaten rejimin adı son üç yıldan beri cumhuriyet sayılırdı; olsa olsa rejime adı konulmuş oluyordu. Orbay’ın eleştirisi farklı bir noktadaydı; anılarında şöyle yazıyor: “Yalnız bu formalite yerine getirilirken, Meclisteki müzakerelerin dar bir zamana sıkıştırılmış olması ve böylece acaba neye karar verilecektir diye bekleyen umumî efkârın hazırlanmadan âni bir karar karşısında kalması yüzünden telâşlanıp, heyecanlanması varit olabilirdi.”
OKUMA NOTLARI
Elbette bütün bu yazdıklarımı Kâzım Karabekir’in “Paşaların Kavgası” kitabıyla Ali Fuat Cebesoy’un da “Siyasî Hatıralar” kitabında bulabilirsiniz. Bir de Rauf Orbay’ın “Cehennem Değirmeni: Siyasî Hatıralarım” kitabına bakmalısınız. Erken cumhuriyet tarihinde paşalar arasında meydana gelen şiddetli çatışmanın nedenleri konusunda; bu isimlerin anılarını Nutuk’a yanıt olarak da okumak mümkündür. Karabekir’in devasa Millî Mücadele anıları Nutuk’la tek başına hacim bakımından boy ölçüşebilir. Karabekir de kendi vesikalarını sunmakta hayli cömert davranmıştır. Diğer yandan, Cebesoy da, tıpkı Karabekir gibi, anılarını geniş şekilde yazmaktan çekinmemiştir. Refet Bele’nin aksine. Bele, hiçbir zaman bunu yapmadı. Anılarını yazmadı. Yazılı bir metin bırakmadı. Bunu özellikle yaptığını bazı görüşmelerinde açıklamıştı zaten. Bildiklerini ve anılarını kendisine saklamayı tercih etmişti.
Adnan Adıvar da, bu dönemi kendi kaleminden aktarmaktan nedense kaçınmıştır. Oysa eşi Halide Edip Adıvar, anılarını kaleme almaktan kaçınmamıştı. Fakat bunu İngilizce olarak yaptı. Hâlâ bu İngilizce anıların bir türlü Türkçeye tercüme edilmemiş olması, üzerinde ayrıca durulmayı gerektirir. Bazılarının sandığı gibi, “Türkün Ateşle İmtihanı” her ne kadar İngilizce anıların tercümesi olarak biliniyorsa da, öyle değildir. Aksine, İngilizce anıların pek çok kısmı değiştirilmiş ya da atlanmıştır bu edisyonda. Hatta İngilizce metinde yer alan Atatürk hakkındaki değerlendirmeler Türkçe’de yer bile almadı! Aldığında da tam zıddı olarak yazıldı!