CHP’nin PKK ve FETÖ ile iktidarı devirmek konusundaki amaç birlikteliği dolayısıyla ‘duygusal’ bir yakınlaşma yaşadıkları anlaşılıyor.
Belli ki bu ilişki, sınırlarımız dışında daha güçlü bir takım siyasi dizayn merkezlerinin yönlendirmesiyle mümkün oluyor.
“Ajans siyaseti” de deniyor buna artık.
Eskiden seçim kampanyalarında medya ve tanıtım işi ajanslara verilirdi. Şimdilerde kimin cumhurbaşkanı adayı yapılacağına bile bu ajanslarda karar veriliyor.
Birinin seçim diğerinin para kazanmak isteğinden kaynaklı basit bir çıkar ilişkisi değil bu yapıları yan yana getiren.
Bu kadarını diyelim de gerçekleri süngerleme yöntemine dönüşen “Gene mi komplo teorisi” yaftalamasından uzak durabilelim.
Zira işine gelmeyene, değersizleştirmek istediğin görüşe komplo teorisi demek ‘entel’ duruyor.
Oysa komplo teorisi olarak üretilen bir şeyin bile kendini gerçekleştirme ihtimali her zaman vardır.
Neyse meselemiz bu değil. CHP’nin bu iki örgütten farklı olarak DHKP-C’ye karşı daha derinde olumlu bir his besliyor olması…
Söz konusu örgütün önemli özelliğinden biri ölümüne aç kalmayı bir eylem biçimi olarak üyelerinden istemesi. DHKP-C’nin neredeyse alameti farikası oldu bedeni ölüme yatırmak ve bu eylemi kutsallaştırmak. Silahlı saldırı suikast tarzı eylemlerini saymıyoruz
Bir başka özelliği de mensuplarını ağırlıklı olarak Alevi gençler arasından devşirmesi. Örgütsel hareketlerde kimlik siyaseti önemlidir. Hem sosyo-politik bir zemin inşa etmeye yarar hem de mütemadiyen canlı tutacağınız bir ortak hafıza kurmanıza. Her ölüm o hafızaya bir tuğla gibi eklenir ve böylece ortak hafızanın kimlik kurma kabiliyetinden devamlı istifade edilir.
PKK’nın her evden bir genci dağa götürme stratejisi de bununla ilgilidir. Bir süre sonra çatışmada ölen ya da örgüt içi infazla öldürülen gençler üzerinden bir şehitlik söylemi kurulur ve böylece evlat acısından politik rant devşirmek mümkün olur.
PKK, Kürk etnik kimliğini sömürürken DHKP-C de mezhebi bir kimliği içini boşaltarak ideolojik bir isyan kültürünün taşıyıcısı haline getirdi.
CHP’nin bu örgütle gönül bağı var mıdır? Varsa sebebi nedir? Nasıl bir ideolojik ya da menfaat birlikteliği söz konusudur?
Doğrusu Kemal Kılıçdaroğlu’nun etnik ve mezhebi kimliğinin CHP’deki son 10 yılda yaşanan değişime etki etmediğini düşünmek siyaset, sosyoloji ve psikoloji hakkında hiçbir şey bilmemek anlamına gelir. Siyasetçilerin verili kimliklerinin siyasetlerine yansıyan bir tarafı olabilir. Bu durum kimlikçi bir siyasete dönüşmediği müddetçe yapıcı ve demokratikleştirici bir etkiyi haiz olabilir.
DEAŞ’ın canlı bomba eylemlerinde olduğu gibi DHKP-C’nin de ölüm orucu eylemleri ile militanlarını ölüme gönderdiğini görüyoruz. Ebru Timtik de, Şehit Savcı Mehmet Selim Kıraz’ın adliye binasındaki odasında DHKP-C’li teröristlerce katledilmesiyle ilişkili olarak yargılanıyorken ölüm orucuna başladı ve öldü. Davası daha yargıtay safhasındayken, yani yargı süreci henüz nihayetlenmemişken…
Daha önce de yine İbrahim Göçek ve Helin Bölek’in intihar eylemlerini “Tek arzuları türkülerini söylemekti” romantizmi ile desteklemişti CHP. Her seferinde CHP yönetimi, gerek gençlik kolları gerek İstanbul İl Başkanlığı ve gerekse CHP sözcülüğü düzeyinde DHKP-C üyelerini dolayısıyla örgütü ve eylemini meşrulaştırıcı bir dil kullandı.
Anlaması zor. Bizatihi icra etikleri eylem biçimi bu kişilerin DHKP-C üyesi olduğunu gösterirken CHP’lilerin “Bu bir cinayettir, faili debellidir” diyerek devleti suçlaması, örgüt talimatına destek vermektir ve hatta suça ortak olmaktır.
Burada bir başka sorun da CHP’nin Dersim üzerinden Alevi kimliği ile kurduğu tuhaf ilişki.
Dersim halkının doğrudan isyanından ziyade silahsızlandırmaya direnci söz konusuyken, CHP tek parti iktidarının, Umum Müfettişlikleri’nin raporları doğrultusunda, “çıban”ın başını ezmek gerek düsturuyla Dersim’de gerçekleştirdiği katliama dair nedamet dahi getirmemişken, dinden boşandırılmış bir Alevi kimliğinin aynı anda DHKP-C ve CHP’ye müzahir hale gelmesi gerçekten anlaşılması zor bir durum.