Cumhuriyet devletin sadece şekli ile ilgilidir. O devletin nasıl yönetildiği sorusuna cevap vermez. Cevap verdiği tek bir soru vardır: Devletin tepesinde kim oturuyor. Demokrasi ise kimin, kim adına ve kim tarafından yöneltildiği sorusuna cevap verir. Bu soruların her biri “halk” olarak cevaplanır.
Şafak Pavey’in estetize edilmiş neo-kemalist konuşması ve bu konuşmaya verilen düzeysiz tepkilerin eşliğinde TBMM’de bir anomali sona erdi. Polemiklerden uzaklaşarak Cumhuriyetin 90. yılına denk gelen bu gelişmelerle birlikte cumhuriyetin demokratikleşmesi tartışmasına yoğunlaşmakta yarar var.
Bundan 90 yıl önce Cumhuriyet, 1 Nisan 1923’te I. Meclisin Anayasaya aykırı bir şekilde adeta darbe yapmak suretiyle dağıtılmasının, yani çoğulcu-demokratik temsil imkânlarının ortadan kaldırılmasının ardından ilan edildi. Kısaca Cumhuriyetin ilanı, 1908’den itibaren başlamış ve 1920-23 arasında dönemin koşulları içinde demokrasi olarak nitelendirebileceğimiz bir dönemin sona ermesine denk geliyor. Cumhuriyeti ilan eden II. Meclis, aynen 1982 Anayasasının oylanmasına benzer bir seçimin (aslında plebisitin) ardından oluşturulmuştu. Ama sonraki dönem egemenleri bütün bir siyasal söylemi “cumhuriyet” üzerine inşa ettiler. Cumhuriyete adeta kutsiyet atfedildi. 1925-45 arasında ırkçılıkla/faşizmle, sonrasında bazen laiklikle, bazen de demokratiklikle içeriği doldurulmaya çalışılan “Cumhuriyetin kazanımları” veya “Cumhuriyet değerleri” söylemi bütün siyasal tartışmaları belirleyici oldu.
Gerçekte Cumhuriyet bu kadar büyük bir değer atfını kaldırabilecek bir şey mi? “Cumhuriyetçilik ideolojisi” ekseninde bu soruya kısmen olumlu cevap verebiliriz. Ancak bu başka bir yazının konusu.
Cumhuriyet giyilen kıyafettir
Genel anlamda bu soruya olumsuz cevap vermek durumundayım. Yani olumlu veya olumsuz değer atfettiğimiz 90 yıllık olaylar ve uygulamalar Cumhuriyet ilan edildi diye olmadı. Soykırım, asimilasyon, sürgünler, yasaklar, darbeler, siyasi cinayetler Cumhuriyet ilan edildi diye gerçekleşmedi. Ülkenin kaderine hâkim olan bir sınıf, kendi tarihinin büyük bir kısmı itibariyle “diktatörlük” olarak nitelendirilebilecek bir sistem yarattı ve bu sistem bu sonuçları doğurdu. Cumhuriyet bu sistemin sadece etiketi oldu, çoğu zaman da maskesi. Cumhuriyet demokratik bir sistemin de etiketi olabilir.
Gerçekten de Cumhuriyet devletin sadece şekli ile ilgilidir. O devletin nasıl yönetildiği sorusuna cevap vermez. Cevap verdiği tek bir soru vardır: Devletin tepesinde kim oturuyor. Demokrasi ise kimin, kim adına ve kim tarafından yöneltildiği sorusuna cevap verir. Bu soruların her biri “halk” olarak cevaplanır.
Cumhuriyet devlet başkanının kim olduğuyla ilgili iken, demokrasi o devletin tamamına odaklanır. Onun yapılandırılmasıyla ilgilidir. Devletin tepesinde kimin yer aldığı sorusu burada çok anlam ifade etmiyor. Halk, halk tarafından ve halk için yönetilmesine uygun bir devlet tasarımı var ise, devletin tepesinde kimin yer aldığı anlam ifade etmiyor. Hanedan da yer alabilir.
Cumhuriyet bir bakıma giyilen kıyafettir. Ama içindekini pek anlatmaz.
Ortada taht ve taç yoksa vardır, varsa yoktur.
Pek hayırla yad edilmiyor
Cumhuriyet, Roma’da aristokratlar yönetimidir. Milattan yarım asır önce, kralın (Lucius Tarquinius Superbus) kötü yönetimine karşı verilen bir mücadelenin ifadesi olduğundan, daha pozitif bir değer atfedilir. ABD’de Cumhuriyet, 1776’da Britanya kralına karşı verilen bir bağımsızlık savaşının ardından kurulan demokratik devletin adı olduğundan Cumhuriyetçiliğin tarihsel bir değeri vardır. Aynı şeyi 1789 devriminin ardından Fransa veya 1918’de Kasım Devriminin ardından İmparatorluğun sürgüne gittiği ve Cumhuriyetin ilan edildiği Almanya açısından da söyleyebiliriz.
Ama modern demokrasinin beşiği İngiltere’de böyle değildir. İngiltere’de 1649-1658 tarihleri arasında ilan edilen cumhuriyet çok uzun ömürlü olamamıştır. 1642-49 arasında devam eden iç savaşın, mutlakıyet peşindeki Kralın idamıyla sonuçlanmasının ardından Cumhuriyet ilan edildi. Parlamenter güçlerin lideri Cromwell’in I. Charles idamının ardından Lord Protector ünvanı elde etmesiyle birlikte ilan edilen Cumhuriyet, hızla bir diktatörlüğe evrilince, Cromwell’in ölümünün ardından yeniden Krallığa geçildi. Cromwell ise mezardan çıkarılıp “Kral katili” olarak asıldı. Yani Cumhuriyet kavramı pek hayırla yâd edilmiyor. Avrupa ülkelerinin çoğunda Cumhuriyet yok ve bu yönde bir çaba da yok.
Ama Mısır, Irak, Suriye ve Çin krallıktan cumhuriyete geçen ülkeler. Bu ülkelerdeki yönetici elitin “Cumhuriyet” kavramına esaslı vurgu yapmalarının hayra alamet olmadığı açık.
Sistem aksarsa darbe gelir
Peki, Türkiye’de Cumhuriyet vurgu neye tekabül ediyor?
Osmanlı’nın son dönemlerinde ülkenin kaderine hâkim olan bir siyasal seçkin sınıfın, ülkeyi bir yandan kurtarırken, diğer yandan ülkeyi dönemin siyasal ideolojilerinin de etkisinde tasarladıkları ideale göre biçimlendirmek için kurdukları siyasal yapıya tekabül ediyor. Sistemin aksadığı her durumda da darbelerle gerçekleştirilen restorasyon faaliyetlerine işaret eder.
Osmanlı döneminde 1908-1913 döneminde nispeten var olan ve 1920-1923 arasında olağanüstü zor şartlarda elverdiğince işleyebilen bir demokrasiye, onun liberal, muhafazakar, ademi merkeziyetçi, çoğulcu siyasal şartlarının ortadan kaldırılmasına tekabül eder.
Cumhurun kimi zaman dışlandığı ve ayrımcılığa tabi tutulmasına tekabül eder.
Ve sistemin garantisi olan katı merkeziyetçi yapıya tekabül eder. Cumhuriyete yapılan vurgu, Türkiye’yi Mısır, Irak, Suriye ve Çin liginin dışında bir yerde konumlandırmıyor.
Ama gerçeği konuşalım; bunların hiçbiri Cumhuriyet ile ilgili değil.
Esas mesele Cumhuriyetin bir elbise olarak üzerine geçirildiği sistem ise bu durumda I. Meclisin ortadan kaldırıldığı güne dönmek gerekecektir. Bu elbise Nisan 1923’te I. Meclisin dağıtılmasıyla oluşturulmaya başlayan bir inşa faaliyetinin üzerine geçirildi. Ardından Takriri Sükun Kanunuyla 1925’ten itibaren içindeki inşa tamamlandı. Sonrası ise malum.
Kabul edelim Cumhuriyet değil de başka bir şey ilan edilmiş olsaydı dahi aynı sonuçları yaşayacaktık. Ve bugün halen bu sistem içinde yaşıyoruz. Özgürlükler açısından tarihi adımlar atıldı, ama sistem değişmedi. “Yeni Anayasa” diye çıkılan yolda, maalesef o sistemin tahkimi gibi bir noktaya gelip dayanıldı.
Cumhuriyeti demokratikleştirmeliyiz, ama etiketiyle uğraşarak yapamayız.