Eh, artık yeni bir ‘çatı adayı’mız daha var...
Prof. Feyzioğlu Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi dekanıdır... Yeni ders yılı açılışında, öğrencilere, “Nabza göre şerbet vermeyin” cümlesinin de içinde geçtiği ‘siyasi’ içerikli bir konuşma yapar... Devrin hükümeti kendisini dekanlıktan azleder... Eski dekan ilk seçimde CHP’den aday olarak Meclis’e girer ve parti basamaklarını hızla tırmanır...
Tahmin edeceğiniz gibi, yukarıda hayat öyküsünün bir bölümünü özetlediğim kişi, önceki gün Danıştay kürsüsünden —başta Başbakan Tayyip Erdoğan olmak üzere— devlet protokolünde yer alanları infiale sevkeden kışkırtıcı konuşmayı yapan Prof. Metin Feyzioğlu değil...
Konuşmacının adı Turhan Feyzioğlu’ydu; o konuşmayı 1956 yılında yapmış ve 1957 yılında Sivas milletvekili olarak Meclis’e girmişti. 1980 öncesi bir grup arkadaşıyla Güven Partisi’ni kurmak üzere Bülent Ecevit’in CHP’sinden ayrılmıştı. 12 Eylül (1980) darbe kadrosunun ‘başbakan’ aranırken aklına ilk gelen isim Prof. Turhan Feyzioğlu olmuş; Turgut Özal “Onunla çalışmam” dediği için, etrafa adı da duyurulduğu halde, başbakanlık koltuğuna Bülend Ulusu oturmuştu.
Geçenlerde rahmete kavuşan gazeteci Güngör Yerdeş 1950-1960 arasında tanıklık ettiği siyasi olayları ‘Başkentte Önemli Olaylar ve Yazamadıklarım’ kitabında (Ümit Yayıncılık) anlatırken, yıllar sonra darbe gerekçeleri arasında gösterilen ‘Uşak olayları’na (1 Mayıs 1959) da değinir. CHP’li basın tarafından çarpıtılmış tam bir ‘kışkırtıcı’ olaydır yaşanan... CHP tarafından geziye götürülen gazetecilerin hepsi —Yerdeş’in kendisi de dahil— ‘partili’ gazetelerde çalıştıkları için gerçeği kimse öğrenememiştir...
Siyasi haberciliğin pirlerinden Güngör Yerdeş, gezilere partiyi desteklemeyen gazetecilerin çağrılmaması âdeti hakkında, “Bunu anayasa hukuku profesörü Turhan Feyzioğlu yapmıştı” ayrıntısını (s. 30) veriyor...
Darbeden (1980) sonra ilginç bir hukuki kavganın tarafı olur Prof. Turhan Feyzioğlu... Gazeteci Necmi Onur imalar yüklü bir kitap yazmıştır. İmaların kime gittiğini anlamak zordur, ancak Turhan Feyzioğlu gazeteci Onur aleyhine dava açar. Onur’un avukatları, mahkemede, “Feyzioğlu kişisel davasını ordunun davası yapmak istemektedir” savunmasını yaparlar...
Onur mahkum olur ve cezaevine girer...
Ben bunları Tahir Kutsi Makal’ın gazeteci dostunu savunmak için yazdığı ‘Benim, Benim, O Benim’ adlı kitapta (1987) okumuştum.
Prof. Turhan Feyzioğlu 1988 yılında vefat etti.
Danıştay’da kendisine ayrılan süreyi bir saate yakın aşarak siyasi şova dönüştüren Prof. Metin Feyzioğlu siyasi hayatına SBF dekanıyken yaptığı konuşmanın yol açtığı gürültülü ortamda başlamış Prof. Turhan Feyzioğlu’nun kızının oğludur. Şimdi o da, Danıştay’da sebep olduğu olayla kendisini ‘cumhurbaşkanı aday adayları’ listeme yazdırmış oldu.
Zaten 2012 kurultayında yapılan seçimle ‘CHP Parti Meclisi üyesi’ unvanını kazanmıştı Prof. Metin Feyzioğlu...
Kızının oğlu olduğu halde dedesinin soyadını taşımasının öyküsü de ilginçtir Metin Feyzioğlu’nun: Genç kadın 17 yaşında evlenmiş ve 19 yaşında Metin’i doğururken hayatını kaybetmiştir. Turhan Feyzioğlu ve eşi küçük Metin’i evlerine ve nüfuslarına almış ve büyütmüşlerdir. 8 yaşına kadar dedesi ve ninesini baba ve anne bilir küçük Metin; öz babasıyla ilk kez 10 yaşında karşılaşır... İkinci buluşma yine 10 yıl sonra olacaktır...
Baba 55 yaşında ölür zaten...
“Eh, artık yeni bir ‘çatı adayımız’ daha var” dediğim ve hüzünlü hayat öyküsünü anlattığım ortamda, bir dostum, “Sen öyle san” dedi ve ekledi: “Sonunda kimin aday olacağına Kemal Kılıçdaroğlu karar verecek; seçilemese bile partide karşısına rakip olarak çıkabilecek hırslı birini neden kendi eliyle büyütsün?”
Ona göre ‘papyonlu profesör’ aday olabilirmiş de, ‘dedesi siyasetçi profesör’ asla olamazmış...
Bizi sakince dinleyen bir başka dost, “Tamam, adamın sözleri tahammül edilecek gibi değildi, ama Tayyip Bey, o protestoyu, karşısına aday olarak onun çıkmasını sağlamak için yapmış olmasın?” sorusunu soruverdi.
Öyleyse, hayranlığım bir kere daha artar...