28 Ağustos günü Cumhurbaşkanlığı görevini Sayın Erdoğan’a bırakacak olan Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül çok önemli ama önemli olduğu kadar da düşündürücü bir Savunma Reformu Raporu yayınladı; Savunma Reformu Raporu’nun bir bölümüne, biz sade vatandaşların ulaşabileceği bölümlere, önsöz, yönetici özeti ve öneriler bölümlerine Cumhurbaşkanlığı sitesinden ulaşabilirsiniz.
Raporun ismi içinde reform kelimesi geçiyor ama benim kişisel görüşüme göre bu Raporda açıklanan önerilerin önemli bir reforma tekabül ettiğini düşünmek pek mümkün değil.
Sorunun önemli bir kaynağı, yine kanımca, Raporun yazılmasına katkı yapan isimlerin meseleye bakış açılarının, bu isimlerin özellikle sivil olanlarını tanıyoruz, ülkemizin konvansiyonel sivil-asker ilişkilerine bakışlarının ciddi reform önerilerine izin vermeyecek ölçüde standart konvansiyonel sivil-asker ilişkilerine yakın isimler olmaları.
Raporun yazımında sivil isimlerin ne kadar etkin olup olmadıkları da tartışılabilir zira Raporun yaklaşık her satırında çok yakından tanıdığımız askeri bir dilin müdanasız bir biçimde egemen olduğu görülüyor.
Bu dili üreten ve kullanan kesimlerin ülkemizin sivil-asker ilişkilerinde ne tür anlamlı reformlar önerebileceği, planlayabileceği de zaten çok kuşkulu.
Bende, Raporun gerçekten çok sorunlu bir dil ve aynı zamanda da eşit ölçüde sorunlu bir anlayışla kaleme alınmış olduğu izlenimi mevcut.
Raporun başında Sayın Abdullah Gül’ün bizzat keleme aldığı bir önsöz var.
Bu önsözde “sivil-asker işbirliği” kavramı geçiyor.
Aynı kavram zaten Raporun başka yerlerinde de müteaadid biçimde karşınızda.
Söz konusu “sivil-asker işbirliği” kavramını bir örnek olarak, Rapora egemen sorunlu zihniyete işaret etmek için veriyorum.
İşbirliği kavramı, özellikle kamu hizmeti üretimi söz konusu olduğunda, eşitler arası bir ilişkiye tekabül eder, statü olarak eşitler etkinliği arttırmak için işbirliği yaparlar.
Oysa, standart demokratik hukuk devletlerinde sivil ve asker kamu hizmeti üretim kararlarında ve bu hizmetin ifasında eşit statüde değillerdir, aralarındaki olması gereken çok önemli ilişki bir işbirliği olarak tanımlanamaz.
Tanımlandığı ölçüde de hedef olarak aldığımızı hala düşündüğüm batı türü demokratik hukuk devlet modelinden çok ciddi bir sapma yaşamız oluruz.
Rapor kaleme alanlar için bir şey söylemeyeceğim ama Sayın Gül’ün batı türü bir demokratik hukuk devleti modeli ile zihni çatışma içinde olduğunu zannetmiyorum ama anlaşılan bu alan yani sivil asker ilişkileri alanı lokal şartlanmaların çok egemen olduğu bir alan ve bu şartlanmalardan sıyrılmak kolay olmuyor.
Raporun ulaşabildiğim bölümlerini satır satır okudum.
Raporun internet versiyonunun 16. sahifesinde Milli Güvenlik Kurulu (MGK) gündeme geliyor ve bu kurumun anayasal statüyü haiz bir kurum olmasının tuhaflığı değil ama üyelerinin sayısının fazlalığı gündeme geliyor.
Demokratik bir hukuk devletinde MGK türü bir kurum olabilir, olmalıdır da, ancak, statüsünün istişari olması şarttır, istişari bir kurumun da anayasal bir kurum olarak kalmasını önermenin reform boyutunu anlamak mümkün değildir.
Aynı sahifede (16) “devletin sivil-asker zirvesi” ifadesi yer almaktadır.
Söz konusu bir vergi reformu olsa ve bu reform çalışmalarında siyasetçiler yani mesela Başbakan ve ilgili Bakan ile birlikte maliye yüksek bürokratları bir araya gelseler, “devletin sivil-maliye bürokratı zirvesi” ifadesi kullanılacak mıdır?
Bu yazıya yarın devam edeceğim ama bugünkü bölümü bitirmeden şu noktayı belirtmekte fayda var: Kamu hizmetleri arasında önem, statü hiyerarşisi tanımladığınız anda demokratik hukuk devleti büyük yara alır, bunu herkesin, özellikle kamu hizmeti kavramına kafa yoranların çok iyi görmesi, anlaması lazımdır.
Raporun özetini okuduğumda ve bu Raporun önsözünü de 2007 senesinde hangi koşullarda Cumhurbaşkanı seçildiğini dün gibi hatırladığımız Sayın Gül’ün yazdığını gördüğümde yaklaşık yirmi senedir gerçek bir demokratik hukuk devleti ideali doğrultusunda boşa kürek çektiğimizi düşündüm doğrusu.