Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkmenistan ziyareti vesilesiyle gittiğimiz Aşkabat’a gece yarısına doğru indik. Bembeyaz ve apaydınlık bir şehrin geniş caddelerinden, şık ve yepyeni binaları arasından geçerek otelimize vardığımızda hemen hepimizin aklına aynı şey gelmişti; 20-30 km’lik güzergâh boyunca inşaatı başladığından beri dilimizden düşürmediğimiz Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın büyüklüğü ve ihtişamında onlarca bina görmüştük.
Neredeyse bütün devlet binaları son derece büyük ve güzel bir mimariyle daha yeni yapılmıştı. Geniş bir düzlüğe kurulmuş olan Aşkabat’ın yeni yüzü aynı zamanda Türkmenistan’ın gelişen büyüyen ekonomisini de yansıtıyordu.
Sovyetik etkileri hala üzerinde taşıyan ve özgürlükler konusunda ciddi sıkıntıların yaşandığı Türkmenistan, umarız ekonomik gelişimini halkın refah ve özgürlüklerine de yansıtır.
Gelelim muhalefete kerrat cetvelini yeniden ezberleten Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na... 12. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın göreve başlamasından kısa süre sonra yeni bina da hizmete girdi. Ama Meclis kürsüsünden yapılan konuşmalara bakan yeni binanın Erdoğan’ın özel mülkü olarak yapıldığını sanır.
Muhalefet partilerinin Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na “AK Saray”, “Kara Saray”, “Kaçak Saray” gibi türlü adlar takmaları, Türkiye Cumhuriyeti Devletine biraz göz dolduran yeni bir binayı çok görmelerinden mi?
Yoksa bu yakıştırmaların sebebi, o binada bir gün kendi tasvip ettiklerini birinin de oturabileceği fikrinden büsbütün uzaklaşmış ve kendilerinden ümidi kesmiş olmaları mı?
Yeni alınan uçak ve yapılan konutun tutarını hesaplayıp bununla kaç okul, kaç yaşam odası, kaç derslik yapılır diyerek popülist siyasetin dibini bulanlar, daha doğrusu boylayanlar bir aşağılık kompleksi ve vizyonsuzlukla maluller.
Cumhurbaşkanı ile görüşmeyi ancak savaş gibi olağanüstü bir durumda kabul edebileceğini söyleyenler, Meclis’teki yemin törenine bile gitmeyi reddedenler, Erdoğan’a “Çankaya neyine yetmiyordu” diyorlar.
Meseleleri yine ve her zamanki gibi Cumhurbaşkanı’nın kendisi...
Sembolizm tozlu rafa kaldırıldı
Yeni kompozisyonda Başbakan’ın yakın çalışma ekibiyle Çankaya Köşkü’ne çıkması planlanıyor. Çankaya’yı yıkıp AVM yapan falan yok yani!
Ama “Kabe onların olsun, Çankaya bize yeter” dizeleriyle formatlanmış bir zihniyet için bu sıradan bir değişiklik olamazdı.
Bu sembolik makama, civarından geçmesine dahi razı olmayacakları bir kişinin hem de halkın doğrudan oyu ile çıkmış olması değil ama devletin tepesinin artık Çankaya’da değil Beştepe’de olması Çankaya sembolizmini tarifin tozlu raflarına kaldırdı.
Özetle Çankaya devri bitti!
Muhalefet “Köşk sembolizminin” bu şekilde parçalanmasına karşı seküler-Kemalist direnç göstermenin çok fazla eski Türkiye refleksi olduğunun bilincinde olsa gerek, “israf ve ihtişam tutkusu” edebiyatına sarılınmış durumda.
Cumhuriyetin “asrısaadeti” olarak görülen Atatürk ve İnönü dönemlerinin envanterini çıkaracak halimiz yok ama belli ki genç Cumhuriyet o zaman da elinden geldiğince yeni ve kendine yaraşır binalar yaptırmış. Hatta bunun için dışarıdan mimarlar getirtmiş.
Savarona’nın nasıl alındığı bahsi ise defalarca yazıldı çizildi.
Devlet işlerinde kullanıldıktan sonra kimse hesabını da sormaz...
Savarona’yı kötü yola düşmüşken kurtaran yine bu hükümet oldu ya neyse...
Ama bir şey var ki insan bazen gerçekten hayret ediyor!
29 Ekim dolayısıyla Hürriyet gazetesinin yaptığı bir haberden öğrendim. Atatürk’ü “Şık ve Zarif” olarak tanımlayan haber şöyle diyordu: “Atatürk terzi Levon Kordonciyan’ı 6 kalfasıyla Paris’e gönderiyor. Kordonciyan ve kalfalar Paris’te 6 yıl boyunca frak, smokin, redingot, jaketatay, bonjour dikimlerini öğreniyor. Ata’nın resmi günlerde giydiği frakları hep Kordonciyan dikiyor.”
“Askerin ayağında potininin olmadığı günlerde”, bu ekibin 6 yıl boyunca Paris’te kalmaları ve Batılı dikim biçimlerini öğrenmeleri çok mu gerekliydi?
Bunun için harcanan para ile kaç asker potini alınırdı?
Söz konusu olan Atatürk olunca akan sular duruyor mu?
Yoksa savaştan yeni çıkmış mağrur ve mağdur, yalnız ve güzel ülkemizin Cumhurbaşkanı’nı frak giyerek ülkesini en iyi şekilde temsil ettiği ve düşmanları karşısında eziklenmekten kurtardığı için mi!