Mustafa Kartoğlu yazınca uyandım; kendim de araştırdım, doğruymuş: Hürriyet, Almanya’dan gelen konuğun burada bulunduğu süre içerisinde yapacağı konuşmalarda dikenli konulara gireceğini günler öncesinden yazmış... Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gaucken dikenli konuşmayı yapacağı ODTÜ’yü de kendisini seçmiş...
“Neler söyleyeceğini Alman yayın grubunun ortağı Hürriyet’ten öğrendik” diyor Kartoğlu yazısında...
Axel Springer Almanya’nın büyük bir medya kuruluşu. Soğuk Savaş yıllarında anti-komünistti grup. İsrail konusunda duyduğu hassasiyeti beş yayın ilkesi arasına yerleştirdiğini taa 2003 yılında kayda geçirmiştim. Springer Türkiye’ye olağanüstü önem veriyor; Doğan TV Grubu’nun 1/4 hissesini Deutsche Bank ile birlikte satın alarak bunu göstermişti.
Eh, Almanya Tayyip Erdoğan’ı halkımıza şikâyet etmek istediğinde bunun bilgisini Star’la paylaşacak değil herhalde. Hürriyet de doğrusu o ön bilgiyle Gauck’un sözlerini iyi yansıttı.
İlişki tek taraflı olmalı. İnsan öğrenince, “Aman ha, sakın böyle bir şey yapmayın; bizim başbakan efelenene diklenir, lâfınızı ağzınıza tıkar ve sizi yaptığınıza yapacağınıza pişman eder” diye uyarırdı...
Gauck’un sözlerinden neden yalnız Başbakan Erdoğan ile Ak Parti sözcüleri rahatsızlık duydu, muhalefet neden sessiz kaldı, bunu anlamakta zorlanıyorum... Eskiden olsa, ülkemize gelen yabancı devlet adamlarının hükümete yönelik eleştirilerine bütün siyasi partiler tek ağızdan karşı çıkar, “İçişlerimize karışmayın, biz kendimiz yeteriz” anlamına gelen tepkiler verirlerdi.
Alman Cumhurbaşkanı CHP’nin genel başkanı ve kurmaylarıyla biraraya da geldi, ama sonrasında hiçbir CHP’liden herhangi bir itiraz duyulmadı.
Tek aklı başında tepki yine yargı eliyle gerçekleşti: Bütün dünyaya yardıma koşan bir Türk sivil toplum kuruluşunun Almanya’daki faaliyetlerini yolundan saptırma çabasının sonucu açılmış Deniz Feneri e. V. davasında, Türk mahkeme, kuruluşla irtibatlandırıldığı için mal varlıklarına tedbir koyduğu kişileri rahatlatan bir karar aldı.
Deniz Feneri davasının Alman derin devletiyle irtibatlı biçimde yürütüldüğünü bizim mahkeme de fark etmiş olmalı...
Tedbiri kaldırma kararının Alman Cumhurbaşkanı Gauck ülkemizdeyken alınmasını ben bir tepki dışavurumu olarak görüyorum.
Acaba CHP’lilerle biraraya geldiklerinde, Alman heyeti, “Siz kimi cumhurbaşkanı görmek istersiniz?” diye sormuş mudur? Almanya Türkiye’de kimin cumhurbaşkanı olacağıyla da ilgileniyordur muhakkak...
Cumhurbaşkanı eskiden olduğu gibi Meclis’te milletvekilleri tarafından seçiliyor olsaydı şimdiye kadar ne ayak oyunları sahneye konurdu, tahmin bile edemeyiz.
Her seçim öncesinde ülke pek çok bâdireler atlattı; hemen bütün askeri müdahaleler cumhurbaşkanı seçimiyle bir biçimde irtibatlıdır bizde.
27 Mayısçılar (1960) liderlerini Çankaya’ya yerleştirince rahatladılar... 12 Mart (1971) darbesini yapanlar, cuntanın ‘2 numarası’nı seçtirmek için Meclis’in üzerinde askeri uçak bile uçurdular... 12 Eylül (1980) uzayan seçim turlarını gerekçe göstermişti...
Son cumhurbaşkanı seçiminde (2007) bile gece yarısı mesaisi yapmıştı askerler ve ‘e-muhtıra’ ile sürece el koymaya kalkışmışlardı.
Şimdi halkın hakemliğiyle seçileceği için böyle ayak oyunları yapılamıyor...
Muhalefet iktidar partisinin adayı karşısına kimi çıkaracağını tespitte olağanüstü zorlanıyor... “Adayımız Deniz Baykal olsun” diyenlere “Hayır, olamaz” itirazı yine CHP’den geliyor... “Yılmaz Büyükerşen’i isteriz” diyenlere koskoca profesörü küçültücü sıfatlar kullanarak itiraz edenler de CHP’li...
Dostlarımdan biri, “Kemal Kılıçdaroğlu kendisinden başka birinin aday gösterilmesini kaldıramaz” dedi. Ona göre, cumhurbaşkanlığına aday gösterilen kişi, kazanamasa bile, kampanya sırasında adaylığı sayesinde elde edeceği popülerlikleKılıçdaroğlu’nun doğal rakibi haline dönüşür; bunu da genel başkan hazmedemezmiş...
“Göreceksiniz” dedi dostum, “Sonunda CHP halkın karşısına Kılıçdaroğlu ile çıkacaktır...”
Joachim Gauck buna ne der acaba? Axel Springer sevinir mi? Doğan Medya Grubu içinde yer alan gazeteler ve TV kanalları kampanyasına destek çıkar mı?