Cumhurbaşkanlığı görevine seçilen liderin partisini bırakma âdeti yoktu eskiden. Biliyorsunuz, Atatürk cumhurbaşkanlığının yanı sıra Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığını da birlikte sürdürmekte beis görmemişti. Hatta Serbest Fırka denemesi esnasında Fethi Okyar başta olmak üzere Gazi’nin direktifiyle muhalif parti saflarına katılan arkadaşları kendisinden Halk Fırkası reisliğini bırakarak her iki partiye karşı eşit mesafede olmasını istediklerinde bunu reddetmiş, hatta Okyar’a bakarsanız Serbest Fırka’nın sonunu getiren bu mesele olmuştu.
Atatürk’ün ölümünün ardından TBMM tarafından cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü de bilahare CHP genel idare kurulu tarafından “kayd-ı hayat şartıyla” partinin genel başkanlığına getirilmişti. Her ne kadar İsmet Paşa’nın parti başkanlığı ömür boyu sürmemiş olsa da 1972’de Ecevit’e kaybedeceği kongreye kadar, yani 34 sene devam etti. Üzerinde konuştuğumuz mevzu itibarıyla kaydetmemiz gereken husus İnönü’nün 1938’den 1950’ye kadar süren cumhurbaşkanlığı görevi sırasında CHP Genel Başkanı unvanını da üzerinde taşımış olmasıdır.
1946’da Celal Bayar, Fuat Köprülü, Adnan Menderes ve Refik Koraltan öncülüğünde kurulan Demokrat Parti’nin Genel Başkanlığına getirilen Bayar 1950 seçimlerinden sonra cumhurbaşkanlığına seçilince parti başkanlığını bırakmıştı. Böylece Çankaya’ya giderken partisinin başkanlığından ayrılan ilk lider Bayar oldu. Bu tercihin parti içi dengelerle ilgili olduğunu söylemekle yetinelim şimdilik.
Bayar’ı deviren 27 Mayısçılar tarafından hazırlatılan 1961 Anayasasında ise cumhurbaşkanının “varsa partisiyle bağının kesilmesi” kural haline getirildi. 27 Mayısçılar cumhurbaşkanlığı makamının “siyaset üstü” bir makam olması gerektiğini, dolayısıyla siyasetçilere bırakılmasının da uygun olmadığını düşünmekteydiler. Nitekim 1989’a kadar bu makama hep eski askerler geldi. Dolayısıyla seçilen cumhurbaşkanının partisiyle bağının kesilmesi kuralının işletilmesine gerek olmadı!
Ta ki Turgut Özal bütün itirazlara ve engelleme girişimlerine rağmen Çankaya’ya çıkıncaya kadar... Özal iktidardaki Anavatan Partisi’nin kurucusu ve her şeyiydi. Cumhurbaşkanı seçilince mecburen partisi ile bağı kesildi. Ama sadece resmi anlamda elbette... Fiili bağının kesilmesi mümkün değildi. Özal da kurucusu olduğu partiye yukarıdan yön vermeye, yani partinin yönetimine karışmaya çalışmaktan geri durmadı. Ne var ki ANAP zaten Özal’ın Çankaya’ya çıkmasından önce kan kaybetmeye başlamış bulunuyordu. Çünkü Özal’ın toplumdaki desteği azalmaktaydı. Bu bakımdan partiyi yöneten arkadaşlarına “ben olmazsam siz de olmazsınız” deme imkânından büyük ölçüde mahrumdu. Dolayısıyla Özal kendi partisine sözünü geçirmekte zorlandı. Eski adamlarının şimdi kendisinin parti işlerine karışmasına izin vermemesine kızıp yeni bir parti kurma yolunda çabalara girişti. Hikâyenin sonu malum...
Özal’ın ani vefatı üzerine boşalan Çankaya Köşkü’ne çıkan Süleyman Demirel de selefinin yaşadıklarına benzer sıkıntılarla karşılaştı. Vaktiyle askeri gözetim altındayken bile “bir bilen” unvanıyla partisini uzaktan yönetebilen Demirel cumhurbaşkanı olduktan sonra DYP’nin yönetimi üzerindeki kontrolünü kaybetti. DYP yüzde 27’den ibaret olan oylarını korumak için iktidarı devraldıkları ANAP’ın sert muhalefetine karşı dayanmak durumundaydı. Daha da önemlisi Refah Partisi’nin merkez sağı giderek eritmeye yönelen yükselişiydi. Can havliyle partiyi ayakta tutmaya çabalayan eski arkadaşları Demirel’i dinlemediler ve Tansu Çiller’i partinin başına geçirerek kurucu “baba” ile DYP’nin bağlarını büyük oranda kestiler.
Bugüne gelecek olursak... Partisinin başkanlığını bırakarak Çankaya’ya çıkmaya hazırlanan Tayyip Erdoğan’ın durumu geçmişteki örneklerden çok farklı. Bir defa Erdoğan’ın toplumdaki desteği azalmıyor, artıyor. Yani Özal ve Demirel gibi, sürekli eriyen oylarının ve gitgide ufalanan partisinin daralttığı siyaset çemberinden kaçıp kendini Çankaya’ya atıyor değil. Tam aksine arkasına geniş bir oy desteğini alarak siyasi rejimi reforme etmek üzere kafasında bir planla Çankaya’ya çıkıyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın durumu Özal ve Demirel tecrübelerine benzemiyor. (Çok zorlarsanız Bayar modeline benzetebilirsiniz belki.) Demek ki 12. Cumhurbaşkanı Çankaya Köşkü’ne çıktıktan sonra geride bırakacağı partisindeki işler de geçmiş örneklerden farklı olacak.