Fetih sonrasında Osmanlı okçuları; Unkapanı Okçular Tekkesi ile Okmeydanı Kemankeşler Tekkesi’nde yetişirlermiş. Alperenlik geleneği içinde, hem askeri(alplik) hem de dini(erenlik) aidiyeti, kimliği, yetişme ve terbiye tarzını, merkezinde cami/tekke olan, geniş ve canlı müştemilatıyla ortaya koymuş, bir eğitim modelinden söz ediyoruz Osmanlı’yı hatırlarken...
Ne ki; ‘’hatıra’’ bizde, ön kısımıyla yasaklı, orta kısmıyla metruk, son kısmıyla ise yıpranmış, içi boşaltılmış, asırlık bir kavramdır. Hatırlamayı biz, hamaset ile karıştırırız çoğu kez, hatırlayanı ise derhal utandırmak üzere atışa hazır akademiden medyaya bir dolu cengaverimiz vardır.Aydınlarımızın kendinden ve geçmişinden duyduğu üzüntü, evrensellik adına dayatılan ana akım bilgi ve değerler skalasıyla buluşunca, hapsolduğumuz ‘’köksüzlük sızısı’’, bizleri geleceğe has rüyaları, hayalleri olan umutlu bir toplum olmak yerine, depresif ve taklitçi bir cemiyete dönüştürmüştür maalesef...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Okmeydanı’ndaki Okçular Tekkesi’ndeki Türgev iftarı dolayısıyla gençlerle başbaşaydı geçen akşam.
Mimar restoratör Ali Saim Ülgen ile ilgili olarak yaptığım bir araştırmada rastlamıştım Okçular Tekkesi’yle ilgili nadide fotoğraflara. Mekan, 60 sonrası yoğun göç aldığı için tarihi izler, mahalle ve sokak aralarında kalmış, kimisi tahrip olmuş kimisi unutulmuş haldeyken, 2013 yılında kurulan Okçular Vakfı ve Büyükçehir Belediyesinin dönüşüm projesi sayesinde yeniden güncellenmiştir. Şehir için hatırlamak, hafıza anlamındadır. Lakin; modernist ve ihtiyaca uygun şehirleşme modelleriyle, tarihi restorasyon işleri çoğu kez birbirine karşıt bakış açıları olarak çatışır ve yine çoğu kez halkın yeni konut ihtiyaçları, halkın hafıza ve hatırlama ihtiyacıyla kıyaslandığında galip gelir. İnsanlar gibi şehirlerin de kaderleri vardır oysa ve ruhları...
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı dinlerken, yaklaşık 100 yıldır reddedilmesi dikte edilmiş, unutturulmak için her türlü baskı yolu denenmiş, o ‘’ruh’’u tahayyül eden, onun rüyasını gören bir adamı dinlediğimi farkettim geçen akşam.
Açık sözlüdür... ‘’Eğitimde hayal ettiğim yerde değiliz...’’ dedi sözgelimi ve medyatik bir cümleydi kuşkusuz. Ama onun, ‘’hayali olan bir insan’’ olarak konuşuyor oluşuydu benim dikkatimi çeken. ‘’Bir Rüyam Var’’ konuşmasıyla Martin Luther geldi mesela aklıma... Katılırsınız katılmazsınız, onaylarsınız onaylamazsınız, o başka... Ama bir hayaliniz, bir rüyanız, çağırdığınız bir ruh ve sizi çağıran bir hatıra olduğu sürece, benzeşenlerden ayrılırsınız...
Öğrenciler onu çok seviyor, ailelerinden birisi zannediyor, Tayyip Bey de zaten ‘’her zaman yanınızdayım’’ dedi talebelere. Kimisi ezberlediği şiiri heyecandan unutmamak için dua istedi benden, kimisi mezuniyet belgesini, kimisi memleketten kalkıp gelmiş annesini, kimisi mezuniyet elbisesini gösterdi iftar arasında. Bir kurumdan daha çok, aile gibiydi TÜRGEV kızları...
Başkan Arzu Akalın niçin Okçular Tekkesi’ni seçmişti iftar ve mezuniyet gecesi için acaba? Okçular Tepesi, biraz da Uhud’u hatırlatmıyor muydu? Ganimete değil gayrete ve sebata dair verilmiş bir söz... Ne yaptınız dünyada diye sorulduğunda, OKUDUK cevabını veren gençlerin yanındaydık diyebilmek... Buyurun dünyalar sizin olsun, harflerin, kelimelerin ve çocukların yanındayız biz diyerek sessizce durmak, beklemek kitapları, beklemek gençleri, beklemek kozaları, beklemek hayalleri, rüyaları, gayeyi ve gayreti beklemek...
***
İftar girişinde Kadir Topbaş Beyefendiyle karşılaştık. ‘’Bu tepenin bendeki hatırası ayrıdır’’ diyerek 15 yaşlarındayken gördüğü bir çocukluk rüyasını anlattı bizi kenara çekerek... O vakitler tekkenin bahçesi futbol sahası olarak kullanılırmış, birkaç yıl öncesine kadar da böyleydi. Lakin rüyasında Hz.Peygamberimizin(s) aynı sahada namaz kıldırdığını görmüş, O’na tabi olarak rüyasında kıldığı namazı anlatırken, rüyası, hafızası, hatırası olmanın nasıl bir bilinç kurucu güç olduğunu da farkettim... Rüyadan hakikate bir yol vardır der ya büyükler...
Kulaksız’da Zindan Arkası yokuşunda Okçular Tekkesi! Burası ‘’olmayacak işlerin olduğu’’ bir mekandı herşeyden evvel... Burası tarassut meydanıydı. Fatih Sultan’ın Fetih Ordusuna müdahil artçıları, buradan bakıyorlardı Bizans’ın içlerine. Denizden geçemediği için karadan yürütülecek gemilerin hayali, ancak bu tepede kurulabilirdi... Tahayyül gücü ile irade, ruh ile beden bu tepede bitişiyordu...
Büyük çoğunluğu burslu, kimi şehit çocuğu, kimisi yetim, Anadolu’nun dört bir yanından gelmiş, Üsküp’ten Suriye’den gelmiş çocuklarımızla birlikteydik işte...
Tramvayda ve otobüste, Cumhurbaşkanımızın hemşehrisi olan Kasımpaşalı’larla sohbet etme şansım oldu. ‘’Cumhurbaşkanımıza selamımızı söyle’’ diyorlardı. Garip bir şekilde herkes onu akrabası, komşusu, aileden veya mahalleden birisi gibi görüyordu. Tahayyül gücü böyle birşeydir. Zan deyip geçmeyin... Söz, er ya da geç, beden bulur. Acıyın ki hayali veya rüyası olmayana, zira ondan yoksulu yoktur yeryüzünün...