Birleşmiş Milletler’in 68. Genel Kurulu münasebetiyle New York sokakları o çok şikayet ettiğimiz İstanbul trafiğine rahmet okutacak yoğunlukta. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun görüşme trafiği de New York trafiğinden altta kalır değil. BM binasının hemen karşısında yer alan Türk Evi’ne yabancı üst düzey siyasilerin biri girerken öteki çıkıyor. Tabii bu görüşmelerin ana konusunu Suriye oluşturuyor.
Nitekim Cumhurbaşkanı Gül’ün üçüncü olarak kürsü aldığı BM konuşması da -bazıları tamamen tersini anlasa da- Türkiye’nin Suriye konusunda bugüne kadar takındığı ilkeli tutumu devam ettirir ve en üst düzeyde sahiplenir nitelikteydi.
Gül’e Rabia selamı Her ne kadar Müslüman Kardeşler’in bütün mallarının müsadere edildiğinin ve siyasi yasaklı hale geldiğinin hemen ertesinde yapmış olduğu konuşmasında Mısır’a değinmemiş olması eleştiriye yol açsa da Cumhurbaşkanı Gül’ün Mısır’daki darbe konusunda ilkesel olarak farklı bir tutumu olmadığı kesin. Nitekim Gül konuşmasının akabinde kendisini tebrik için sıraya giren yabancı ülke temsilcileriyle kısa sohbetler ettikten sonra dışarıda bir grup Mısırlı’nın tezahüratlarıyla karşılandı. Rabia işareti ile karşılanan Türkiye heyeti ve Cumhurbaşkanı Gül de göstericileri Rabia işaretiyle selamladı.
Bugün ‘Arap sokağı’ ifadesini biraz da alaya alarak Mısır, Tunus, Libya gibi ülkelerin halkları arasındaki Erdoğan sempatisini Başbakan’ın nezdinde kişiselleştirenlerin kaçırdığı şey bu; mesele Erdoğan ya da Gül ile değil Türkiye ile ilgilidir. Bu yüzden de iç ve dış meseleleri ele alırken Erdoğan ve Gül arasındaki üslup farkının Cumhurbaşkanlığı pozisyonu ile siyasetçi pozisyonu arasındaki farka tekabül ettiğini hesaba katmayıp bunun siyasi ya da ilkesel bir farklılığa işaret ettiği intibası vermeye çalışmak, -velev ki niyet bu olmasın- dışarıdan apaçık fitne çıkarma gayreti olarak okunmaktadır.
Gezi olayları olurken “Gül duruma el koydu” havası yaratmaya çalışan bir akıl Suriye konusunda da kendi tezlerini doğrulatmak için Cumhurbaşkanı’ndan medet umuyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün BM gündemiyle ilgili gerek yerli ve yabancı basına verdiği röportajlar gerekse BM Genel Kurulu’nda yaptığı etkileyici konuşma Suriye konusunda Türkiye’nin başından beri izlediği politikanın devamı niteliğindeydi. Üstelik Cumhurbaşkanı’nda görmeye alışık olmadığımız sertlikte ifadeler de yer aldı konuşmasında. Yine BM kürsüsünde P5 düzenine dair gayet açık olarak eleştirisini de ifade etti.
Kim mezhepçi? İran’ı Cenevre sürecine katmadan Suriye’de bir sonuca varılmayacağını söyleyenler, bunun önündeki engelin Türkiye olmadığını bilmiyorlar mı? Türkiye Suriye’de bu kadar taraf olmamalıydı başından beri İran’ın Suriye’deki isyanı kendisine yapılmış bir isyan olarak algıladığını, Hizbullah’ı sahaya sürenin İran olduğunu bilmiyorlar mı? Tabii ki biliyorlar.
Ama “Türkiye mezhepçi bir Suriye politikası yürütmeye başladı” diyebilmek için bütün bunların üstünü örmek gerekiyor. Esad’ın isyanın erken bir evresinde mezhep kartını devreye soktuğu ve isyanla başetme stratejisi olarak mezhepçi bir retorikle Nusayri halkın arkasına saklandığı ortadayken, İran-Hizbullah hattında Suriye’nin Nusayri kimliği bir siyasi mühendislik konusu edilmişken mezhepçilik yapanın Türkiye olduğunu söylemek gerçekten akıl alır değil. Olsa olsa iyi niyeti sorgulanır bir iddia.
Bir de “medet ya Gül” dediniz mi, bir taşla iki kuş vurmuş oluyorsunuz; hem asılsız bir şekilde Türkiye’yi mezhepçilikle suçluyor, hem de Cumhurbaşkanı’nı işaret edip hükümetin en zayıf karnı olduğunu düşündüğünüz alana sıkı bir yumruk sallamış oluyorsunuz.
Korkarım bu yumruklar devirmeye değil güçlendirmeye yarıyor.