Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yeni yasama yılı dolayısıyla TBMM Genel Kuruluna hitabında -iç siyaset dışında- iki şeyin altını çizmesini bekliyordum.
İlki, İsrail saldırganlığının bize doğru sistematik biçimde yaklaşması; Türkiye'nin hedef ülke olması.
İkincisi, yaklaşan saldırı dalgasına karşı iç cephenin sağlam tutulması çağrısı.
İkisine de vurgu yaptı Cumhurbaşkanı. İsrail'in Gazze'de belli bir hedefe matuf olarak sürdürdüğü terör ve soykırımın Lübnan'a uzandığını söyledikten sonra dünyadan gerekli ve yeterli tepkinin gelmediğini hatırlattı. BM kürsüsünde konuyu en yüksek perdeden en güçlü ifadelerle dile getiren de kendisiydi zaten.
Sonra sözü zor yere getirdi: "Vaat edilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin tamamen dini bir fanatizmle Filistin ve Lübnan'dan sonra gözünü dikeceği yer –açık söylüyorum- bizim vatan topraklarımız olacaktır. Şu an bütün hesap bunun üzerinedir" dedi Cumhurbaşkanı.
Bu cümle geçiştirilecek bir cümle değildir. Söyleyen kişinin kim olduğuna, hangi tecrübenin yetkinliğiyle konuştuğuna dikkat etmek gerekir.
Dünyanın en zor ve çalkantılı coğrafyasında 22 yıl boyunca halk iradesiyle devlet yöneten, bilinenin ve görünenin arkasındakileri bilip gören Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başkomutanı söylüyor bunu!
Ne söylüyor tam olarak?
İsrail'in (ve elbette arkasındaki emperyalist cephenin) Anadolu topraklarına bir kez daha göz diktiğini söylüyor.
Nerede söylüyor?
Halkın vekillerinin yasama faaliyeti yapmak üzere toplandığı Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde söylüyor.
Bu açıdan muhalefet partilerinin ve kimi muhaliflerin mevzi kazanmak için yaptığı goygoyların, beyhude küçümsemelerin ne yeridir ne zamanı. Bu bir "mesaj" değildir çünkü. İyi anlaşılması gereken bir haberdir, duyurudur, uyarıdır.
Daha önce de uyarılarda bulunmuştu ama bu kadar ileri ve net cümle kurmamıştı doğrusu.
15 Mayıs'ta "Anadolu'nun ileri hat savunması Gazze'den başlar" dediğinde de önemli bir uyarıda bulunmuştu Cumhurbaşkanı. Ama ateş hala ve sadece Gazze'yi yakıyordu. Şimdi Gazze'den başka Lübnan'ı ve bütün yakın coğrafyayı yakıyor. Güney komşularımızın tamamı saldırı altında. İsrail savaş kabinesinin dün akşam aldığı karar gösteriyor ki yakın bir zaman diliminde ne yazık ki Tahran'a da ateş düşecek. Siyonistlerin bölge tasarımında Kıbrıs adası da var.
Üstelik aynı hedef tahtasını bir çember daha genişlettiğinizde kapsadığı yer Anadolu topraklarıdır.
O hedefi ve saldırı planını belirleyenler mevcut şartlarda Anadolu'nun değil bir karış toprağını, bir santimini bile koparamayacağını bilir. Bunu denemek için bile önce içerden destek almak, içeriyi karıştırmak isterler. Defalarca bunu denediler. Başaramadılar ama sanki başaracakmış gibi oldukları da oldu.
Halihazırda ise bir yandan muhalifler arasındaki "zayıf halkalara" çalışıyor, "gevşek" bulduklarını projelendiriyor, bir yandan da fırsat kolluyorlar.
Terör örgütlerindeki beklentiler bunu böylece gösteriyor. FETÖ'nün içerde bıraktığı "atıkların" kimlere umut bağladığına, kimlerin yabancı servis operasyonlarında rol aldığına iyi bakın. PKK elebaşlarından Duran Kalkan'ın "dananın kuyruğu Kıbrıs'ta kopacak. Bu savaşın merkezi Türkiye'dir. Türkiye değiştirilecek" sevinciyle Ekrem İmamoğlu'nun temizlediği "PKK sizi tükürüğüyle boğar" tehdidinin kökeni de hedefi de bir.
Tam da bu yüzden "aman iç cepheyi sağlam tutalım" diyor Cumhurbaşkanı. Muhalefet partilerine siyaseten değil samimiyetle bir çağrı yapıyor.
Dikkat edin, "davet" değil "çağrı" yapıyor. TDK her ne kadar bu iki kelimeyi eş anlamlı ilan etse de bana kalırsa aralarında aciliyet ve zaruret bakımından epey fark var.
Nitekim CHP'den bu çağrının -en azından- duyulduğuna dair ilk işaret geldi. Erdoğan'ın açıklamalarına binaen CHP Grup Başkanvekili Murat Emir ve beraberindeki heyet Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Numan Kurtulmuş'u ziyaret ederek kapalı bir oturum talep etti. Bu talebe dair AK Parti Grup Başkanı Abdullah Güler de dün bir açıklama yaparak ilgili iki bakanın, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın yapılacak özel oturumda Meclisi bilgilendireceğinin haberini verdi. Buraya kadar olması gereken oluyor diyebiliriz.
Lakin bu süreçlerin sağlıklı işleyebilmesi, iç cephenin kavi tutulabilmesi Meclis'teki çürük muhaliflerin ayıklanmasına bağlı biraz da. Ne yazıktır ki Milletin Meclisinde emperyalistlerin vekilleri de olduğunu gayet iyi biliyoruz hepimiz. Endişemiz bundandır.