2000'lerin başıydı, Rahmetli Rauf Denktaş ile o dönem görev yaptığım Gerçek Hayat dergisinde bir röportaj yayınlamıştık. Röportaj, Denktaş'ın "Çözümsüzsem sebebi var" cümlesiyle manşete taşınmıştı.
O dönem Kıbrıs'ta çözüm önerilerinin önünü tıkayan kişinin Denktaş olduğuna dair bir algı vardı. Denktaş öldü, sorunlar çözülmesi. Demek ki mesele Denktaş değilmiş. Mesele Kıbrıs davasına sahip çıkmak ya da çıkmamakmış. Kimileri "Kıbrıs sorunu" dese de Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için konunun adı Kıbrıs davasıdır.
Eveli gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, kalabalık bir heyetle 20 Temmuz 1974'te gerçekleşen Kıbrıs Barış Harekatı'nın 50. yılı törenlerine katıldı. Gazeteciler olarak biz de Cumhurbaşkanı'nın ziyaretini ve törenleri takip ettik. Erdoğan Kıbrıs'la ilgili hem Yunanistan'a hem Kıbrıs Rum kesimine hem de bunların hamisi olan aktörlere önemli mesajlar verdi.
Erdoğan'ın mesajları her zaman olduğu gibi net ve bence oldukça yapıcı mesajlardı. Bilindiği üzere KKTC içinde federasyonu savunan önemli bir kesim var. Buna mukabil ağırlık iki devletli çözümden yana. Cumhurbaşkanı Erdoğan da iki devletli çözüm dışında bir seçenek gündemde olamaz diyor. Vaktiyle Annan Planı için elinden geleni yapan Erdoğan bugün neden böyle konuşuyor?
Çünkü "Annan Planı'na evet diyen Türk tarafı olmasına rağmen taltif edilen Rum tarafı oldu." Rum kesimi sanki adanın tamamında egemen güçmüş gibi AB'ye üye yapıldı; üstelik bu durum AB'nin iç hukukuna aykırı olmasına rağmen.
Haliyle dün Annan Planı'nı destekleyen Türkiye bugün iki devletli çözüm dışındaki seçeneklerin kabul edilemez olduğunu söylüyor.
Annan Planı sonrası yaşananlar hem Denktaş'a yöneltilen ithamın haksız bir itham olduğunu hem de Türkiye'nin iki devletli çözüm konusundaki ısrarının sebebini gayet net anlatıyor.
Tüm bu siyasi haklılık durumunun yanında bir de ada halkının ambargo ve izolasyon dolayısıyla yaşadığı bıkkınlık var.
Bu da içeride siyasi anlamda bütünlüklü duruşa zarar veriyor. Türkiye'den KKTC'ye bakarken konunun bu boyutu ne yazık ki pek görülemiyor.
20 Temmuz Özgürlük ve Barış Bayramı törenlerinin coşkusunun yanında insanlarla konuştuğunuzda bu bıkkınlığı da görebiliyorsunuz. Bazı siyasi aktörler bu bıkkınlık hali üzerinden siyaset yapıyor, taraftar da topluyor.
Sonuç olarak içerideki siyasi aktörlerin hepsi meşru, ona bir diyeceğimiz yok. Lakin başta Almanya olmak üzere Yunanistan'ın arkasında durup Türk tarafının Doğu Akdeniz'deki menfaatleri hilafına nasıl pozisyon aldıklarını da biliyoruz, görüyoruz.
Kıbrıs konusu, statükonun devamı halinde, adanın Türk tarafı için siyaseten olduğu kadar toplumsal anlamda da giderek can sıkıcı bir hal alıyor.
2015-2020 yılları arasında KKTC'nin Cumhurbaşkanlığını yapmış bir isim olan Mustafa Akıncı'nın vaktiyle sarf ettiği "Kıbrıs'ı Hatay'ın durumuna düşürmeyeceğiz" mealindeki sözler, Kıbrıs'ta 1974'deki ruhun bugün aynıyla korunamadığını da gösteriyor.
Bazı konuların ne kadar yanlış ele alındığını ve daha da kötüsü KKTC ve Türkiye düşmanlarını memnun edecek siyasi yönelimlerin güçlenmesine yol açtığını görmek üzücü.