Çözüm süreci, ölümcül bir türbülansı-kırılmayı atlatmış gözüküyor. Kanaatimce, bundan sonra kırılma yaşamamak için çözüm süreci formatının iki tarafça da en net biçimde belirlenmesi ve onun korunması noktasında, titiz bir duyarlılık sergilenmesidir.
Belki bunun için süreç neden tıkanma yaşadı, sorusunun doğru cevabını bulmak gerekiyor.
Bunların başında, sürece Hükümetin ayrı, örgütün ayrı anlam vermesi ve tarafların, sonunda kendi hedeflerinin gerçekleşeceğine inanmaları geliyor.
Hükümet, sürecin sonunda silahlı yapının sona ereceğine ve Doğu-Güneydoğu’nun normalleşeceğine inandı, örgüt ise, sürecin sonunda silahlı yapı sona erse bile Doğu - Güneydoğu’da örgüte özerk bir alanı yönetme imkanı doğacağını, örgütün de bu alanın öz savunma gücü haline dönüşeceğini düşündü. Muhtemel ki örgüt, bu süreçte, devletteki karar mekanizmalarının dağınıklığına oynadı, Hükümeti uyutacağına inandı ve yine muhtemel ki, uluslararası odakların devreye girieceğini, onlara böyle bir alan açılacağını hesapladı.
Garip olan şu ki, sürecin başlamasından bu yana geçen iki yıla yakın zaman içinde, örgüt, bölgede, bu hesabına yönelik yapılanmalar için müsait alan buldu. Örgüt derinleşmesi diyebileceğimiz hadisenin, çarpık boyutları zaman zaman kamuoyuna yansıdı ama “Çözüm süreci hatırına” devletin gerekli müdahaleyi yapmadığı gibi bir algı oluştu. Bölgeden bir yandan çatışmasızlığın getirdiği göreceli huzura yönelik olumlu geri dönüşler geliyor, bir yandan da, örgütün “devlet gibi” uygulamalarına yönelik ürkek tepkiler ortaya konuyordu. Orada yaşayanlar “Burada olan biten Ankara tarafından yeterince görülmüyor” gibi bir serzenişi dile getiriyorlardı. Bize ulaşan yakınmalar da vardı.
Bu çarpık yapılanma bir yerde patlayacaktı, yol kesmeler, paralel yargı-vergilendirme haberleri, bazı ilçelere bayrak çekme, heykel dikmeler ve sokakta işlenen suikastler... Bunlar zamana yayıldığı için belki de bireysel olaylar gibi göründüler.
6-7 Ekim olayları örgüt derinleşmesinin bir anda nasıl ülke genelini terörize edebileceğini ortaya koydu. Özellikle bölgede, bir tür etnik-ideolojik arındırma konduklama-yok etme boyutunda devreye sokuldu.
Hükümet o noktada “Artık yeter” dedi.
Hükümette yeniden “terör örgütü” alarmı oluştu.
Alan örgüte bırakılmayacaktı.
Buradan “Kamu düzeni” vurgusu çıktı.
Son açıklamalar, yapılan görüşmeler trafiği içinden “çözüm süreci devam etsin” uzlaşması çıktığını ortaya koyuyor.
Acaba o uzlaşma, gerçekten çözüm sürecinin formatı üzerinde net bir buluşmayı mı yansıtıyor? Yoksa yine belirsiz kalan bir alan var mı?
Şu soru önemli?
Örgütle çözüm süreci adına ne görüşülüyor?
“Yol haritası” olarak kamuoyuna yansıyan malzemeye bakıldığında, silahlı yapının ülkeyi terk etmesi, ardından silahların bırakılması, ardından dağ kadrolarının normal hayata dönüşlerinin, diğer bir ifadeyle rehabilitasyonların tanzimi.
Örgütle, Kürt vatandaşlarımızın sorunlarının şu veya bu şekilde çözülmesi gibi bir konunun görüşülmesi söz konusu olmamalı. O konu HDP’nin de katılacağı, ama HDP’ye oy vermeyen diğer Kürt topluluklarının görüşlerinin de yansıyacağı ve tabii Türkiye’nin başka temsil odaklarının da görüşlerini ifade edeceği platformlarda, -ki bu alan TBMM alanıdır- görüşülür. Bu noktada silahlı bir yapıya temsiliyet verildiği takdirde, işin kimyasının bozulacağını tahmin etmek zor değildir.
Örgüte temsiliyet alanının genişleyebileceği ümidi vermek süreci baştan sakatlayacaktır.
Ancak, bölgedeki uluslararası gelişmelerin, özellikle Amerika ayağı tarafından silahlı yapıyı, IŞİD’le mücadele alanında meşrulaştırma gibi bir durum oluşturduğu görülüyor.
Bu da, “Örgüt Türkiye’den çıksın ama dışarıda bir yerde devam etsin, Amerika’nın yedek gücü olsun” gibi bir formül üretiyor. Amerika’daki kimi odaklarda ısıtılan bu formülün, örgütün Kandil ayağında karşılık bulduğu, kimi Kürt siyasetçiler tarafından da projelendirilmeye çalışıldığı bir vakıa.
Onun için diyorum, Hükümet’in kararlılığının net olduğu söylenebilse bile, örgüt ayağının hangi noktada olduğunun netleşmesi önemli bir sorun gibi duruyor.
Çözüm süreci sıhhatli ilerleyecekse, bu netleşme kaçınılmaz.
Hükümetin de “kamu düzeni” duyarlılığını hayata geçirecek etkin tedbirleri, tabii bölgenin sade insanlarında “Eski devlet” kaygısı oluşturmayacak nitelikte alması şart.