Uzun yıllar sonra ilk kez 2014’te farklı bir Nevruz’a şahitlik ettik. 2013 Nevruz’u Kürt meselesinde yol ayrımını açık bir şekilde ortaya koymuştu. Kürt meselesi asra yaklaşan arka planının yanında, yakın tarihimizde Kemalizm(ler)in var ettiği ve sürdürdüğü bir sorundu. Bu durum özellikle 1980’lerden 2000’lerin ortasına kadar Kürt meselesinde her açıdan statükonun yerleşmesini sağladı. Sorun neredeyse dokunulmaz haline geldi.
Siyaseten müdahale etmenin toplumsal maliyeti yükseldikçe ortaya farklı ‘Kürt meselesi dünyaları’ çıktı. PKK, sol-liberal ve Alevi elitler üzerinden ana ekseni Kemalizm mukallitliği olan bir Kürt meselesi dünyası inşa ederken; vesayet rejimi Kürt meselesi üzerinden hem Türk sorununa yatırım yaptı hem de ömrünü neredeyse yirmi yıl uzatmış oldu. Türk ve Kürt Kemalizm’ine oldukça konforlu bir dünya sunan kısır döngüye dur denileceğinin ilk işareti 2009’da Açılım süreciyle geldi. 2009 Açılım sürecinin başardığı en önemli şey Kürt meselesi ile siyasetin ve toplumun açık bir şekilde yüzleşmesini sağlamak oldu.
2009 Açılım sürecinden 2013 Çözüm sürecine kadar geçen süre içerisinde, Kürt meselesi ve aktörleri ‘yeni durumu’ özümseme sancılarıyla geçirdiler. Aynı dönemde, Türkiye ciddi demokratikleşme hamlelerine ve askeri vesayetin geriletilmesine şahitlik etti. Oslo ile beraber devlet aklında ciddi bir değişimin ortaya çıkmasına rağmen, PKK’nın kendi inşa ettiği ve ila nihaiye devam edeceğini düşündüğü Kürt meselesi dünyasına iyice hapsolduğunu gördük. 2010 Anayasa referandumunda gösterdiği siyasetsizliği, terör eylemlerine iyice sarılarak 2012’de zirve yaptıran PKK yeni bir statükonun oluşmasına yol açtı.
Tam bir kısır döngü hali yaşanırken, 27 Aralık 2012’de, benim de bulunduğum bir TV programında, Başbakan ‘Öcalan ile yeniden görüşüldüğünü’ açıkladı. 2013 Çözüm sürecine dair ilk işareti veren Erdoğan daha sonra mutabakata varılan üç aşamalı yol haritasının ortaya çıkmasını sağladı. Önce PKK’lılar Türkiye’den tamamen çekilecek, bir normalleşme süreci yaşanacak ve ardından silahsızlanma aşamasına geçilecekti. Bu yol haritasını Öcalan’ın 2013 Nevruz’undaki mesajı ise farklı bir boyuta taşıdı. Öcalan Nevruz mesajıyla esasta ve usulde yeni bir dönemden bahsediyordu.
Esasa dair içinde İslam vurgusu olan ve bir arada yaşama arzusu temelinde farklı bir siyasi dil ve perspektif önerirken; usulde silahsızlanmayı teknik bir unsura dönüştürecek şekilde ‘silahlı mücadelenin bittiğini’ ilan ediyordu. Öcalan’ın Nevruz mesajının, yıllar içerisinde oluşan, siyaseten anakronik PKK’lı elitler tarafından taşınması ve hazmedilmesi hiç de kolay olmayacaktı. Nitekim kısa süre içerisinde Bahçeli’nin sık sık büyük bir ‘tehdit’ olarak zikrettiği ‘PKK’nın siyasallaşması’ sorununun, PKK’nın en varoluşsal sancısı olduğu ortaya çıkacaktı. PKK siyasallaşma korkusunu yönetme konusunda ciddi sıkıntılar yaşamaktaydı. PKK, Türkiye’de yaşadığı siyasallaşma sancısını, Suriye’de kaos ortamında çıkan boşluğu baştan aşağı kurgu olan ‘Rojava devrimi’ efsanesiyle doldurarak, gidermeye çalıştı.
PKK’nın bütün siyasallaşma korkularına karşın 2013 boyunca silahların susması, 1980’lerden bu yana, ilk kez bir Nevruz’a kan akmadan girmiş olduk. 2013 boyunca sadece kanın durması yaşanmadı. Aynı zamanda Türkiye genelinde %70’lerin üzerinde Çözüm Sürecine destek potansiyeli ortaya çıktı. Özellikle Kürt kesiminde %100’lere yaklaşan çözüm arzusu siyaset için büyük bir katalizör, PKK içinse büyük bir baskı unsuru haline geldi. Bundan sonrası için Kandil’in ana muhatabı da devlet veya siyasi aktörlerden ziyade, silahları görmek istemeyen geniş kitlelerdir. Öcalan’ın 2014 mesajı bu baskıya belli cevaplar vermektedir. Ama asıl cevabı siyasallaşma krizi yaşayan PKK’nın vermesi gerekmektedir.