Kürt Meselesi dünyasının mukimleri, BDP’yi kapatıp yeni bileşenlerle HDP ile yola devam kararı almalarıyla birlikte, kendi elleriyle ilginç bir imtihan icat ettiler. Bir anda Çözüm Süreci’ni ve Kürt Meselesi’ni unutup yeni bir faza geçtiler. Fiziken bulundukları yer ile kurgu dünyalarında yerleştikleri yer arasında absürt bir fark ortaya çıktı. Bu bağlamda, HDP’yi var eden ve ana desteğin içinde bulunduğu zeminin sosyo-ekonomik şartları, kültürel kodları, siyasal hassasiyetleri ve toplumsal taleplerinden derin bir kopuş yaşıyorlar.
Birlikteliği nedeniyle telifi mümkün olmayan bu iki dünyayı bir arada tutabilmek adına ise iki farklı politika izliyorlar: Kürtlerin içerisinde bulunurken geç kalmış milliyetçilikle açığı kapatmaya gayret ederlerken, Batı’da ise Erdoğan nefretinden beslenerek durumu idare etmeye çalışıyorlar. Son tahlilde, ‘Kürtlerin maliyetine HDP projesi’ hayata geçiriliyor.
Öncelikle, “HDP seçim barajını geçerse, Kürtler barajı geçecek” klişesini masaya yatırmak gerekiyor. Böylesi bir iddiayı dillendirmenin vesayet rejiminin asimilasyoncu dilinden bir farkı yok. Çünkü bu yaklaşım, yapılan ‘makbul Kürt tarifinin’ yegâne kaynağı ve patent merkezi olarak kendisini gören bir yaklaşım. Kaldı ki, Kürtlerin ezici çoğunluğunun zaten bir baraj sorunu bulunmuyor. AK Parti ile sadece seçim barajını değil, vesayet rejiminin bütün barajlarını da geçiyorlar.
Bu, yeni bir durum da değil. HDP barajı geçerse de durum değişmeyecek. Olacak şey, HDP’ye oy veren bazı Kürtlerin de içerisinde olduğu bir seçmen kitlesi seçim barajını aşmış olacak. Kaldı ki, HDP asıl hedefinin bu olmadığını da ilan etmiş durumda. Yani HDP barajı geçme hedefinin kendisine kazandıracağı fazladan vekil sayısından ziyade, Meclis aritmetiği üzerinden CHP ve MHP için sıradan bir katalizör hizmeti vererek, koalisyon senaryolarında sarf malzemesi olmaya odaklanmış durumda.
İşin daha hazin yanı ise barajı geçme ile ‘Türkiyelileşme’ denilen ve kerameti kendinden menkul proje arasında kurulan ilişkidir. Çünkü bunu ifade eden aktör, aynı zamanda kendi diliyle ‘normalleşme sıkıntısı yaşadığını’ itiraf etmiş oluyor. Çözüm olarak da, bir değişim ve dönüşüm süreci yerine, seçim barajının mucizevi bir işlev görmesi bekleniyor.
Kürtlerin pasif bir nesne olarak sıçrama tahtasına dönüştürüldüğü bu projede, barajı gerçekte kimin geçeceği de tartışmalı. Yeni bileşenlerin mi, yoksa HDP’ye oy veren Kürtlerin mi geçeceği en önemli soruna dönüşecek. Farklı dünyaları baraj imtihanı zemininde buluşturanların, bu badire atlatılırsa, bir arada durmaları için harcamaları gereken efor bir araya gelmelerinden çok daha zorlu olacaktır. Bütün bunların en büyük maliyeti ise Çözüm Süreci perspektifinin buharlaşmasıdır. Başka bir deyişle, HDP projesi açık bir şekilde Çözüm Süreci iradesinden uzaklaşmaya dönüştü.
HDP’nin AK Parti’yi şeytanlaştırması ve koalisyon senaryolarında bir araca dönüşmesinin siyasal tercümesi Çözüm Süreci düşmanlığıdır. Bu noktada basit soru şudur: Kürt Meselesi’ni çözme iradesini ilk kez ortaya koymuş bir partiye HDP niçin düşmanlık yapmaktadır? Bu suale rasyonel bir cevap vermeleri mümkün görünmüyor. Bu durumda geriye kalan tek cevap, HDP’nin bizzat Çözüm Süreci’yle yaşadığı kavgadır. Bu sorumsuzluğun kaynağını Kürtlerde aramak yanlış olur. Aksine bu durum, HDP’nin yeni bileşenleriyle sürüklendiği siyasal atmosferin tabiî bir neticesi olarak okunmalıdır. Seçimin sonucu ne olursa olsun, mezkûr savrulmanın ortadan kalkmayacağı muhakkak.
Seçime kadar Çözüm Süreci’ni barajla makasa alan bu neo-PKK aklı, başarı senaryosunu koalisyon üretiminde sıradan bir araç, başarısızlık senaryosunda ise “musluklardan kan akması” olarak kodluyor. Her iki senaryonun kendilerini ilgilendirmesi gereken yönü ise Çözüm Süreci’ne savaş açmaları anlamına geliyor.
HDP Çözüm Süreci ile bu denli kavgalı olmasının sebeplerini açıklayamadığı sürece, baraj matematiği üzerinden geliştirdiği siyasal dilin anlamsızlığı derinleşmeye devam edecek. Daha kötüsü, yaşanan bu siyasi intihar için fazlaca söylenecek bir söz de bulunmuyor. Zira bir anlamı da kalmadı.