Uluslararası konjonktürdeki değişimler ile birlikte Türkiye’nin ekonomide sağladığı ilerlemeler, Türkiye’yi küresel çapta etkin bir siyaset izlemeye zorluyor. Eski düzenin yarattığı toplumsal sonuçların da ortadan kaldırılması gerekiyor. AK Parti beslendiği kültürel ve siyasal miras nedeniyle bağdaştırıcı ve bütünleştirici bir parti olarak bu rolü üstlenecek tek parti.
Siyasi bir hareket olarak AK Parti’nin, demokratik siyasi irade olarak da Hükümetin başlattığı sürecin toplumun tüm kesimlerinde ciddi bir iyimserliğe yol açtığı görülüyor.
Bu iyimserliğin Habur sürecine göre daha gerçekçi olduğu açık. Habur süreci toplumun önemli bir kısmında olumlu bir karşılık bulmamıştı. Henüz kendini derin olanından ayrıştıramamış devlet katında ise antipati-istihza karışımı bir tepki ile karşılanmıştı.
Bugün İmralı Süreci olarak nitelendirilen çözüm sürecine yönelik tepkilerin farklılaşmasının nedenleri üzerinde durmakta fayda var:
Bıkkınlığın pozitif etkisi
Bunlardan biri elbette ki terörün oluşturduğu bıktırıcı etkidir. Artık kimse kan, gözyaşı, ağlayan anneler vs. görmek istemiyor. Milliyetçi Kürt hareketi kendi cenahına ilanihaye ölüm bilgisi taşıyamıyor, kendi siyasetini ölümü meşrulaştıran arkaik gerekçelerle yürütme imkanını kaybediyor. Diğer tarafta da milletvekillerinin veya devletin sair protokol görevlilerinin kendi illerinde sadece cenaze merasimleri nedeniyle görünürlük kazanmaktan pek mutlu oldukları söylenemez. Kuşkusuz her iki tarafın radikal milliyetçi cenahları, içinde bulundukları ideolojik körlük nedeniyle bu durumdan haz alabilir. Ancak bu cenahlar da eskisi kadar güçlü değil.
Peki, başlayan süreci sadece bununla açıklayabilir miyiz? Hayır.
Bu gerekçe iyimserliğin değil, bıkkınlığın gerekçesi olabilir. Oysa ülkeye yapıcı bir çözüme dönük daha olumlu bir iyimserlik atmosferi hakim. Kürt milliyetçi cenahına bıkkınlık egemen olsa da, yürüttükleri mücadelenin meşruiyet sorunu nedeniyle, bu bıkkınlık, sürece pozitif katkı sağlayabiliyor. Yanlışta ısrarın sonuç vermemesi üzerine yaşanılan bıkkınlık, doğrunun tercih edilmesine neden oluyorsa, olumlu bir bileşen haline gelir. Demokratik bir dönüşümü kabullenmek ve içinde yaşanılan coğrafyanın demokratik inşa sürecine elbirliği içinde katkı sunmak, herhalde bu cenah için en doğru tercih olsa gerektir. Aynı tespit eski düzenin derin yapılanmaları için de geçerlidir.
Dolayısıyla terörle mücadelede elde edilen önemli başarılar bu süreçte çok önemli bir rol oynamış durumda. Demokratik iradenin kontrolündeki devlet kanadının özgüven kazanması ve çözüm sürecine girerken korkunun cenderesinden çıkmaya başlaması, biraz da bu başarılara bağlıdır denebilir. Bu taraftaki iyimserliğin nedenlerinden biri de budur.
Arap baharı ile birlikte Ortadoğu’da değişen dengeler ile AB Krizi gibi uluslararası konjonktürden kaynaklanan nedenlerin bu çözüm sürecini kolaylaştırdığını ve iyimserliğe katkı sağladığını inkar edemeyiz. AK Parti’nin içinden çıkageldiği geleneğin çözüm sürecinde en önemli rolü oynadığı çok açık. Katı merkeziyetçi, asimilasyonist, tektipçi, vesayetçi ve gerektiğinde ırkçılığa kadar varabilen siyasal seçkinci rejimin tercihlerini reddeden, Osmanlı Ahrar Fırkası’ndan başlayarak, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Demokrat Parti, Anavatan, Refah ve Fazilet partileri geleneği üzerinden siyasal perspektifini inşa etmiş bir parti olarak AK Parti, elbette ki eski rejimin ürettiği sorunlara, eski rejimin gözlükleriyle bakmazdı. Konjonktürel olarak çeşitli restleşmeler yaşansa da bu siyasal bir tercihle veya stratejiyle değil, daha çok taktikle ilgiliydi. AK Parti dışında, hem büyüklük, hem de siyasal tercih bakımından, Türkiye’nin kadim sorunlarını çözebilecek başka bir parti yoktur. Siyasi hayatımızı belirleyen halihazır diğer üç partiden biri, bu sorunları yaratan mirasın kurucusu ve taşıyıcısıdır. Diğer ikisi ise varlıklarını o mirasın uygulama ve sonuçlarına borçlu partilerdir. Ancak kabul edelim ki bu partilerden ikisi dahi bugün gelinen noktada AK Parti’nin belirleyici konumunu hem kabullenmiş hem de olumlu olarak tespit etmiş durumdalar. Gerek AK Parti’nin bu niteliği, gerekse diğer iki partinin bunu kabul etmeye başlaması, çok önemli bir etkendir.
Bu süreçteki iyimserliğin diğer önemli bir nedeni ise, elbette on yıllık AK Parti iktidarı döneminde, ülke bütünlüğü hususunda zafiyet yaratmadan, insan hakları konusunda eski rejimin gasp ettiği hakların iadesini de kapsayan geniş bir programın hayata geçirilmesi oldu. Yerel yönetim reformu ile birlikte toplumun katılım imkanlarının arttırılması çabaları da demokratikleşmeye katkı sağladı.
Ekonominin teröre rağmen geldiği nokta, teröre tahammül edilemeyeceğinin de ekonomik gerekçesini oluşturuyor. Bölge insanı zenginleştikçe güvensiz bir ortamdan gittikçe daha fazla rahatsız olmaya başlıyor. Ayrıca milli gelirin önemli bir kısmının terörle mücadeleye harcanmasının ekonomiye fren etkisi ile o bölgelerin ekonomiye kazandırılması durumunda ortaya çıkacak zenginlikten mahrum kalma duygusu, tabii ki terörün bir an evvel sona erdirilmesi, ama her şeyden önce teröre yol açan nedenlerin ortadan kaldırılmasını gerektiriyor. Ekonomik aktörlerin bu sürece destek açıklamaları başka türlü açıklanamaz herhalde. Ancak mesele bu kadar basit değil.
Siyaset kilit rolde
Uluslararası konjonktürdeki değişimler ile birlikte Türkiye’nin ekonomide sağladığı ilerlemeler, Türkiye’yi bölgede ve küresel çapta gittikçe etkin bir siyaset izlemeye zorluyor. Eski düzenin içe kapanmacı ve dışlayıcı siyasetinin bu yüzden terk edilmesini, bu düzenin yarattığı toplumsal sonuçların da ortadan kaldırılmasını gerektiriyor.
AK Parti beslendiği kültürel ve siyasal miras nedeniyle bağdaştırıcı ve bütünleştirici bir parti olarak bu rolü üstlenecek tek parti ve kurduğu hükümet de bunu taşıyacak tek hükümettir. Tüm beklentilere demokratik sorumluluk nedeniyle cevap vermesi gereken de AK Parti’dir.
Evet tüm bu nedenlerin merkezinde demokratik siyasetin kilit rolde olduğu açık. Peki bu nasıl mümkün hale geldi, Habur sürecinde olup da bugün artık olmayan şey neydi?
Bir sonraki yazının konusu da bu!