Oslo’dan sonra süreç nihayete ermişti. Süreç tekrar nasıl başladı? Öcalan’ın dönemin Başbakanı Erdoğan’a gönderdiği bir mektupla...
O mektupta Öcalan, özetle, devlet ve PKK içindeki bazı unsurların hem kendisini, hem de Başbakan Erdoğan’ı tasfiye etmek istediğini, kendisine izin verilmesi halinde örgütüne silah bıraktırabileceğini söylüyordu.
Çözüm süreci böyle başladı.
Öcalan’ın devlet ve örgüt içindeki çözüm karşıtı güçlerin varlığına yaptığı vurgu önemliydi. Nitekim sürecin çeşitli aşamalarında o unsurlar başlarını uzatarak çözümü sabote etmek için ellerinden geleni yaptılar. Uludere katliamı bence böyle bir işbirliğinin ürünüydü. Gezi üzerinden PKK/HDP kitlesinin sahaya sürülmek istenmesi aynı güç odaklarının bir amacıydı. Öcalan buna izin vermedi.
Kobani eylemlerinin içinde ve arkasında aynı odakların yer almadığını söylemek akla ziyan bir yorum olur. Son olarak Cizre olaylarında devlet içindeki o paralelci unsurların nasıl rol oynadıklarını hep birlikte gördük.
Çözüm sürecinin önünde hala devlet ve PKK içindeki bu unsurların bir tehdit unsuru olarak durduklarını bilirsek çözüm sürecini ilerletmemiz de o ölçüde kolaylaşır. Çünkü ortaya çıkacak yeni provokasyonları boşa çıkartmak için bu bilgi temelindeki derin sağduyuya hepimizin ihtiyacı var.
Çözüm süreci için ne şart var ne de şurt!
Çözüm sürecini Oslo’dan sonra Erdoğan’ın tekrar kararlılıkla başlatmasının tek sebebi vardı: Süreç hiçbir şekilde şarta-şurta bağlanmamıştı. Daha açık söylemek gerekirse, Öcalan, örgütüne silah bıraktırmayı şartlarla kayıtlamamıştı. Sözgelimi, özerklik gibi...
Yola çıkılırken üzerinde mutabakata varılan tek konu şuydu: PKK silahlı güçlerini sınır dışına çekecek ve silahlarını bırakacak.
Dağdakilerin silahlarını bırakıp evlerine dönmeleri ve siyaset yapabilmelerine imkan sağlanması meselesi sonraki aşamaydı. Birinci aşama: Ülke sınırlarındaki silahlı unsurların dışarıya çıkartılmasıydı. İkinci aşama: Silahların bırakılmasıydı. Üçüncü aşama: Eve ve siyasete dönüşün zeminin hazırlanmasıydı.
Ne özerklik şartı söz konusuydu, ne de Kürt halkının haklarıyla geleceği pazarlık konusuydu. Sürecin başında sadece Başbakan Erdoğan’ın değil, İmralı ve Kandil’in de “Bu bir al-ver süreci değildir, bir pazarlık süreci söz konusu değildir!” biçiminde demeçler verdiği hatırlanırsa sözlerimin anlamı da doğruluğu da kendiliğinden anlaşılmış olur.
Kandil sözünde durmadı
Öcalan örgütüne koşulsuz silahlı güçleri sınır dışına çekme ve silahları bırakma çağrısında bulundu. Kandil söz verdiği halde sözünde durmadı. Ne silahlı güçleri sınır dışına çekti, ne de silahlarını bıraktı. Çözüm sürecinde yaşanan ilk ciddi kırılmaydı bu... Kandil dış konjonktürden yararlanma yoluna gitmişti. Gezi’yle beraber “üst aklın” Erdoğan liderliğini ve hükümetini yıkma konusunda kararlı olduğunu görünce İmralı’dan gelen o talimatı askıya alma gereği duymuştu. Konjonktürden yararlanarak kendini güçlendirme yoluna giden örgüt, eş zamanlı olarak talep dayatma yolunu tercih etti. Kobani tarzı bir özerklik talebi gibi...
Kobani üzerinden ülkenin doğusunun da Kobanileşmesine hükümetin evet demesini sağlayacak zorlayıcı örgütsel atraksiyonlar içine giren örgüt, 6-7 ekim olaylarında talepleri karşılanmazsa silahlarıyla beraber militan unsurlarını da tekrar devreye alabileceği mesajını verme yoluna gitti. Çözüm sürecinin ikinci ciddi kırılmasıydı bu... Süreç türbülansa girdi ve tıpkı Oslo gibi bitme noktasına doğru hızla evrildi.
Bu süreçte Kürt halkının PKK/HDP hattına gösterdiği tepki ve sonrasında Öcalan’ın tekrar devreye girmesi, çözüm sürecinde yeni bir evreyi beraberinde getirdi.
Sürecin en başında hedeflenen şeyin gerçekleşme aşamasına yeniden dönülmüş durumda. Umarım ve dilerim Öcalan’ın bu yöndeki çağrısına Kandil bu kez koşulsuz bir biçimde uyar.
Kandil/HDP hattı yanlış yapmamalı
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Başbakan Davutoğlu’nun çözüm sürecini sabote etmek isteyen devlet içindeki unsurları tasfiye konusunda gösterdiği kararlılığın aynısının İmralı ve Kandil tarafından da gösterilmesi gerekiyor.
Şahinleri sahaya sürüp onlar üzerinden başka bir güç devşirmeye çalışan politikalar çözüm sürecine zarar verir.
HDP’nin de geçmişte silah üzerinden sürdürdüğü tehdit ve şantaj politikasını bu kez sandık üzerinden sürdürmeye kalkışması da kabul edilemez.
HDP’nin baraj şartı veya kartı üzerinden çözüm sürecini enfekte edebilecek açıklamalardan kaçınması gerekir.