Şu müzakere kavramını anlamadım gitti. AB ile müzakere edeceğiz dendi, oysa söz konusu olan her dosya için AB müktesebatını AYNEN iç hukukumuza, sistemimize geçirmek idi, pazarlık anlamına kullanılıyor ise, müzakere değil idi yapılması gereken, zaten arpa boyu yol da alamadık.
Yeni anayasa için de müzakere kavramı abartıldı, sanki ortada müzakere edecek bir konu varmış gibi; oysa anayasa demek özünde vatandaşın devlet karşısında temel hak ve hürriyetlerinin belgesi demektir, bu konuda standartlar bellidir, neyin müzakeresi yapılacak, belli değildi, ifade özgürlüğünde kimle neyi müzakere edeceğiz de, pazarlık yapacağız da, nerede dengeye geleceğiz?
Adam gibi, meşru devlet yapılarında, teşkilat-ı esasiyelerde Genelkurmay mutlaka Milli Savunma Bakanı’na bağlı olmalıdır, bunun nesi müzakere edilecek, yine anlamamışımdır.
Kürt meselesinde, çözüm süreci dediğimiz süreçte de kanımca müzakere kavramını yanlış kullanıyoruz.
21. yüzyılda, adam gibi bir devletin vatandaşlık hukukunda, idari yapısında, temel hak ve özgürlüklerde neler yapması gereği bellidir ve bu konular müzakere falan gibi pazarlık süreçleri kabul etmez.
Kürt meselesi ya da çözüm süreci adını verdiğimiz süreç tek yanlı adımlar, Türkiye devleti tarafından atılacak, müzakereye konu olmaması gereken adımlarla çok daha rahat çözülür ya da süreçte mesafe alınır.
21. yüzyılda ve Türkiye gibi etnik çeşitliliğe sahip ve iyi ki de sahip bir ülkede vatandaşın anayasal sıfatının “türk” olması kürt meselesinden tamamen bağımsız olarak yanlıştır.
Bu yanlışı çözmek için de çözüm sürecinin falan devreye girmesi gereksizdir, bu satırların yazarı bu temel yanlışı otuz senedir dillendirmektedir.
Vatandaşların kendi anadillerinde eğitim, öğretim görme hakları temel bir vatandaşlık hakkıdır, bu hakkın yaşama geçirilmesi için kürt meselesine de, çözüm sürecine de, müzakerelere de ihtiyaç yoktur, bu tür temel hak ve hürriyetlere ilişkin sorunları çözüm sürecinde müzakere konusu yapmak çağdaş bir devlete yakışmaz.
Devletin temel idari yapılanmasında, kamu hizmetlerinin daha etkin üretilmesinde merkeziyetçilikten uzak bir idari yapının gerekliliği kürt meselesinden de, çözüm sürecinden de bağımsız bir etkinlik, bütçe kaynaklarının daha demokratik ve etkin kullanılması konusudur, bu temel etkinlik gereğinin de müzakerelere konu olması yanlıştır.
Van gölünün kenarında eğitim veren bir “Su ürünleri meslek okulu”nun müfredatını bölge yetkilileri yapmalıdır, bu okulun müfredatı İzmir’de eğitim veren benzer bir okulla aynı olur ise Van gölü kenarının çocukları da tatlı su ürünlerini öğrenmek yerine deniz ürünlerinin üretimini, beslenmesini falan öğrenirler, bu nedenden de kerevit üretimi Van’da hep yetersiz kalır ama devletimiz merkezi yapısından taviz vermediği için kasım kasım kasılır.
Kürt meselesinde ya da çözüm sürecinde temel iş siyaset değil, devletin devlet olduğu için yapmakla mükellef olduğu hukuk reformlarındadır. Hukuk reformlarında bir meşru virgüle gelindiği andan itibaren belki siyaset denen süreç devreye girebilir ama benim kanaatim devletin devlet olması gereği, Avrupa Konseyi üyesi, AB ile müzakere eden bir ülke olmamız gereği o hukuk reformlarını mecburi kılar ve bu reformlar yaşama geçerse zaten siyasi sürece de gerek kalmayabilir.
Devletin bu hukuk reformlarını yaşama geçirmesi ise siyasi sürecin değil, temel hak ve hürriyetlerin, etkin bir idari yapının gereğidir.
Çözüm süreci BDP’den de, HDP’den de, PKK’dan da, İmralı’dan da görece bağımsız bir biçimde çok önemli bir noktaya getirilebilir.
Yeter ki, devlet Avrupa konseyi üyesi bir devlet olmanın gereklerini, uluslararası mükellefiyetlerini eksiksiz yerine getirsin.