Bir sorun varsa bir yerde, orada çözüm sürecinin olmaması mümkün değil. Sadece zamana, zemine, konjonktüre, taraflara, muhataplara göre çözüm sürecinin şekli değişebilir. Özellikle muhataplara göre, devletler bazen çatışmalı, bazen gizli açık görüşmeli, bazen sert, yumuşak diyaloglu... yöntemler benimserler. Bilmeyenler de mesela çatışmalı konjonktüre bakarak çözüm sürecinin bittiğini, bir daha asla başlamayacağını sanırlar, sorun yerli yerinde durduğu halde. Oysa çözüm süreci o sırada da devam eder, taraflar kelimelerle değil namluların ucuyla diyalog kuruyorlardır sadece. Çözüm yalnızca bir masa etrafında oturup belli şartlarda anlaşmak değildir ki. Dünya tarihi, şiddet karakterli, katliamlı, sürgünlü, idamlı, tehcirli çözüm süreçleriyle doludur. Yine dünya tarihi, namluların ucuyla bastırılan (çözülen) sorunların bir süre sonra yeniden uç verdiklerinin örnekleriyle de doludur. Ama bazıları bunun tek çözüm olduğunda ısrar ederler. Tek parti rejimi mesela genelde İslam ve özelde Kürt sorunları bağlamında bu yöntemi benimsedi ve geçen yüzyılın ellili yıllarına kadar iktidarda olduğu için ödünsüz, o zamandan iki binli yıllara kadar da kısmen iktidarda olduğu için de ufak tefek tavizlerle sürdürdü. Nitekim bazıları bu çözümün başarılı olduğunu, Kürt sorunu diye bir şeyin kalmadığını, ama dışarıdan kışkırtmalarla sorunun yeniden diriltildiğini günümüzde bile savunuyorlar. Bunun böyle olmadığını kısa bir kronoloji ile izah etmek gerekir.
Kürt sorunu, 1924'ten sonra devletin resmi ideolojisinin son şeklini alması ve bu şekillenmede Kürtlerin Kürt olarak yerlerinin olmadığının anlaşılmasıyla ete kemiğe büründü. O saatten sonra da çözüm yolları da gündeme gelmeye başladı. Tek Parti sistemi, çözüm olarak asimilasyonu öngörüyordu. İslami semboller gibi Kürtçenin kamusal alanlarda kullanılmasının yasaklanması, Türkiye'nin geneliyle birlikte Kürt medreselerinin kapatılması, tekke ve zaviyelerin kapısına kilit vurulması tek parti rejiminin çözüm yöntemleri olarak etkili oldu. Bu süre içinde, tek partinin çözüm yöntemlerinin muhatapları da her seferinde değişiyordu.
Osmanlı paşası Mustafa Kemal, mesela kurtuluş savaşı sürecinde, Cumhuriyet kurulup iktidarı tek parti yönetimi ele alıncaya kadar Kürtlerin geleneksel kurumlarının temsilcileri olan ağaları, şeyhleri, seydaları muhatap aldı. Onlarla mektuplaştı. Kurtuluş savaşına desteklerini sağladı. Sonrasında Meclisin açılışına davet etti. Diyab ağa gibileriyle resimler verdi. Lozan görüşmeleri sırasında Kürt mebusların yerel kıyafetleriyle meclise gelmelerini sağladı. Şeyh Senusî yerine, Kürtçe bildiği için Bediüzzaman'ı Diyanet reisi yardımcısı olarak şark bölgesinde görevlendirmek istedi. Bu süreçte Kürtler için muhtariyetten (özerklikten) söz etti. Tek parti iktidarı ise bu çözüm yöntemini devre dışı bıraktı. Geleneksel Kürt temsilcilerinin hiçbirini muhatap almadığı gibi, ağaları, şeyhleri, seydaları darağaçlarında sallandırdı, Zilan, Dersim gibi yerlerde katliamlar yaptı, saydığım bu geleneksel temsilcileri sürdü, zindanlara attı. Görüldüğü gibi Mustafa Kemal'in ve Kemalist tek parti rejiminin çözüm yöntemleri birbirinden farklıydı. Sorunun kaynağı tek parti, şiddeti esas alan yöntemi uygulayınca muhataplar da çözümü şiddette buldular ve böylece kanlı bir tarih yazıldı.
Geçen yüzyılın ellili yıllarında iktidara gelen Demokrat Partinin çözüm yöntemi Kürtlerin geleneksel temsilcileriyle diyalog kurmak şeklindeydi. Kürt ağalarını meclise taşıdı. O dönemde Şeyh Said'in torunu Melik Fırat, Birûkan aşireti reisi Kinyas Kartal, Yusuf Azizoğlu, Ali Rıza Septioğlu ve başkaları öne çıkan isimlerdi. Görünürde resmi bir adım atılmamıştı ama Müslümanlıkla birlikte Kürtlük üzerindeki baskılar da bitmişti. Ezan yasağı kalktığı gibi Kürtçenin konuşulması da suç olmaktan çıkmıştı. Bu bahar uzun sürmedi.
1960'ta Kemalist bir darbe oldu. Bütün öne çıkan ağalar, seydalar, şeyhler toplama kamplarına, hapishanelere dolduruldu. Sürgüne gönderildi. Bu adım da yeni bir şiddet sürecini başlattı. Önce sağ-sol şeklinde etkili oldu şiddet. Sonra PKK örgütü şiddet sürecinin dizginlerini ele aldı. Öyle anlaşılıyor ki bu kanlı süreç miadını doldurmuş bulunuyor. Devlet aklı, kuvvetle muhtemeldir ki geleneksel Kürt temsilcilerini muhatap alarak yeni ve ciddi bir bahar oluşturmayı hedefliyor.
Bu yüzden dostumun da ilham vermesiyle Pazar günkü yazımızda Bahçeli'nin sembolik konuşması bağlamında "Kürt ağaları"na değinmiş, bu çağrının bir muhatap arayışı olduğunu belirtmiştik.
Kısacası çözüm süreci devam ediyor. Olup biten bazı muhatapların devre dışı kalmasıdır.