Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, devletin gerekli organları Öcalan’la görüşüyor mesajını verdikten ve Abdullah Öcalan’ın 2012 Nevruzu’nda Diyarbakır’ın Bağlar Meydanını dolduran coşkulu kalabalığa okunan mektubundan çok kısa süre sonra Paris’te PKK’lı üç kadın suikastla öldürüldü. Peşin peşin yapılan bu saldırının çözüm sürecini hedef aldığını herkes teyid etti.
Onunla kalmadı, Türkiye enerjisini, masaya koyduğu bu en önemli dosyaya vereceği sıra önce Gezi kalkışması, akabinde 17-25 Aralık hükümeti yıkma girişimiyle karşılaştı. İki seçim geçirdi ve bu zaman zarfında adeta varlık mücadelesi verdi.
Seni öldüremeyen şey gücünü artırır sözünü doğrularcasına bu saldırılardan sonra Ak Parti hükümeti halk desteğini artırdı. Evet, ciddi bir türbülans yaşadı ama bu türbülanstan yüzünü millete dönerek çıkmayı başardı.
Ve bu süreçte çok önemli bir şey daha oldu, doğrudan çözüm sürecini hedef almasa da başarıya ulaşması halinde çözüm sürecini de berhava edecek olan Gezi ve 17-25 Aralık hadiseleri hükümetin ve Erdoğan-Davutoğlu çiftinin çözüm sürecine olan inançlarını daha da kavileştirdi.
Çözüm Türkiye için vazgeçilemez bir gereklilikti, buna kuşku yok ama sürecin muhataplarından devleti temsil eden taraf giderek çözüm diline daha da yaklaştı ve tabi ki bölge denkleminin kısa, orta ve uzun vadede Türkiye’yi Kürt sorununu çözmeye zorladığını görebilecek kadar da rasyoneldi. Suriye ve Irak’taki savaş hali yaşanırken PKK’yı masa tutmayı başarmış olması bu rasyonalitenin neticesidir.
***
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile olan yakın ilişkisi Türkiye’nin yürüttüğü çözüm sürecinin en hayati ünitelerinden biri oldu.
26 Ocak Pazartesi günü Erbil’de çözüm sürecinde Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin katkısını da ele alan önemli bir toplantı gerçekleştirildi. Başbakan’ın üç başdanışmanının da katılmış olması hasebiyle toplantı Türkiye’de de konuşuldu.
Çözüm sürecinde nereden nereye gelindi ve nelere rağmen bu yol alınabildi?
Bakiyeyi görebilmek ve hükümetin çözüm için tam irade ortaya koyduğunu bilmek tıkanıklıklara, provokasyonlara rağmen sürece inancın kaybolmamasını sağladı. Toplumsal desteğin arkasında da aslında hükümete olan güven vardı.
Kuşkusuz çözüm süreci, sürecin taraflarını aktörleştirir ve belki de daha önce sahip olmadıkları bir güce eriştirebilir. Nitekim hükümete yapılan eleştirilerden biri de bu oldu hep. Çözüm süreci icat ettin PKK’yı yeniden başımıza musallat ettin sözü Gülenciler ve MHP’nin ortaklaştığı bir yaklaşımdır.
Fakat bu çatışma çözümü süreçlerinin doğasından kaynaklanan kaçınılmaz bir durumdur. Alsharq Forum ve Middle East Research Institute (MERI) partnerliğiyle gerçekleştirilen toplantı çözüm sürecinin bu türden iç dinamiklerinin yanı sıra Arap ve Kürt coğrafyasının ekonomi, güvenlik ve kültürel bağlar başlıklarıyla da yakınlaştığı bir çözüm perspektifi ortaya koydu.
***
Türkiye çözümü sadece kendisi, vatandaşı olan Kürtler için istemiyor. Böyle bir lüksü de yok. Türkiye kendine bakan bir Kürt coğrafyası ile siyasi sınırları aşan bir yeni ilişki biçimi de tayin edebilecekse çözüm süreci gerçek anlamına kavuşacaktır.
PKK ve HDP süreci olabildiğince askıya almaya çalışırken de aslında bölgesel denklemleri hesap ediyorlar. Bu denklemleri bozabilmenin yolu, silahsızlanmanın peşi sıra Kürt coğrafyasına sınırların anlamsızlaştığı yeni bir komşuluk ve jeopolitik vizyonla yaklaşmak ve sürecin böyle bir rotada seyrettiğini sıklıkla ifade etmektir.