Kürt siyasi hareketinin Ortadoğu ile oldukça sıkıntılı bir ilişkisi var. Kürtlerin seçilmiş mağduriyet algısını merkeze alarak sürdürdüğü bu durum, sağlıklı değerlendirmelerin yapılmasının önündeki en büyük engellerin başında geliyor. Ortada derin bir travmanın ve mağduriyetin olduğu muhakkak. Lakin Sykes-Picot’dan Kürtlerin de nasibine bir ulus devlet düşmüş olsaydı ya da 1990’larda 36. Paralel’den bir Kürt devleti çıkabilseydi, sorunların biteceğine dair yaygın kanaat de sorgulanmaya muhtaçtır. Bir önceki cümlenin geç kalmış milliyetçilikler tarafından, ‘yüz yıllık bahaneler’ parantezinde okunduğu bir gerçek. Lakin, nasıl bir okuma yapılırsa yapılsın, I. Dünya Savaşı düzeninin ortaya çıkardığı devletlerin asırlık hikayeleri ve halklarının nasıl mağduriyetler yaşadıkları da herkesin malumudur.
Anlaşılması gereken, Sykes-Picot parçalanmasının yeterince kaotik bir düzeni hayata geçirdiğidir. Neo-Sykes-Picot perspektifinden öteye geçmeyen her yaklaşım, yeterince kaotik olan bu köhne yapıdan düzene değil çok daha kanlı bir dağılma sürecine yatırım yapmaktadır. Sadece son birkaç yılda bu yönde eğilim gösteren yapıların sebep olduğu yıkıma bakmak yeterli olacaktır.
Hal bu iken geçtiğimiz haftadan beri Türkiye sınırını geçen on binlerce insanın dramını idrak etmek yerine, Kürt siyasi aktörlerinin oldukça sığ okumalarına şahitlik ediyoruz. Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan mazlum insanların yüz ifadelerine bakmak, asırlık düzenin sebep olduğu yıkımı anlamak için yeterlidir. Küçük kıyamet sahnelerine bakıp dersler çıkarmak yerine, olabilecek en sorumsuz tavırları sergileyenlerin, ne sırtında bir akrabasını taşıyan mazlum insanlara ne de kaotik bir moment yaşayan Mezopotamya’ya söyleyebilecek bir sözleri bulunmuyor. Tam da bu sebepten derin bir anakronizm içerisinde olabilecek en absürt tutumları sergiliyorlar.
Suriye isyanıyla birlikte, Suriye’nin en mazlum halkı olan Kürtleri, Baas rejimiyle beraber hareket ederek içinden çıkılması zor bir makasa sokan bu aklın, bölgeye dair sağlıklı bir yaklaşım geliştirmesi mümkün görünmüyor. Daha da vahimi, Suriye krizini çözüm süreci için bir pazarlık unsuruna dönüştürme eğilimidir. Bütün bölge kaotik bir dönemden geçerken, düzen kurucu ve olumlu bir şekilde ilerleyen tek siyasi inşa projesinin anlamını idrakte zorlanmanın maliyetini kimse düşünmek bile istemez.
Çözüm sürecinin başarılı bir şekilde hitama ermesi, sadece Kürtler açısından değil, bütün bölge için bir siyasi sıçrama noktası potansiyeli taşıyor. Parçalanma, kanlı süreçlerin derinleşmesi ve çatışma eğilimlerine karşı bütünleşme, silahsızlanma ve kardeşlik eğilimlerinin galebe çalması anlamına gelen Çözüm Süreci’nin kıymeti, en başta bu aktörler tarafından idrak edilmesi beklenir. Bu yönüyle Çözüm Süreci, eğer anlamı sindirilebilirse, PKK’nın silah bırakmasını aşan bir potansiyele doğru hızla ilerleyebilir. Hem bir model hem de farklı aktörleri içerisinde barındıran bir düzen kurucu zemin olarak genişleyebilir. Türkiye’nin Irak’ın işgaliyle takındığı yaklaşım tarzı her kriz anında benzer çözüm modellerini ortaya çıkardı.
Gerek 2003 işgali öncesi hayata geçen Komşu Ülkeler Konferansları gerekse de 2010 Irak seçimleri öncesi desteklenen Irakiyye oluşumu aynı hattın ürettiği çözüm önerileriydi. 2013’de ete kemiğe bürünen Çözüm Süreci de benzer bir yaklaşımın ürünüydü. Gelinen noktada tercihin ne olacağı da doğrudan maliyetleri belirleyecek. İsterlerse, son iki yıldır, nerede ve kimi devirdikleri pek anlaşılmayan ‘Rojava devrimi’ efsanesinin peşine düşebilirler ya da yüzyıllık dramı dönüştürmek üzere kurucu bir siyasetin. İkinci tercihin anlamı, Çözüm Süreci’nin, kaotik bir tarihsel momentin ortasında, bir al-ver dünyası değil, düzen kurucu, kardeşliği tesis edici bir kurucu siyasi proje olduğunu idrak etmektir. Bu mümkün mü? Kürt siyasi hareketi tarihsel eş zamanlama krizlerine duçar olmadığı ve her krizde başka başkentlerde soluklanmadığı sürece sadece mümkün değil, tek alternatif.