Cumhurbaşkanı Erdoğan bir süredir “Çözüm sürecinin buzdolabına konduğunu” ifade ediyor.
Bugün çözüm süreci konusunda nasıl bir söylemin sağlıklı olacağı konusunu değerlendirmek istiyorum.
Önce, çözüm süreci başlangıçta halka nasıl takdim edildi konusuna bakalım.
İç Anadolu’da Akil İnsanlar Heyeti Başkanı olarak görev yaptım. Heyet olarak tüm söylemimizin özü iki kelimede toplanabilir: “Analar ağlamasın!” Bu söz, şehid anneleri için de anlamlıydı, evladı dağa çıkıp ölen Kürt anneler için de. Onun için çözüm sürecine tepki göstermesi beklenen İç, Ege, Karadeniz ve Akdeniz bölgelerimizde de sınırlı ölçüler dışında tepki olmadı, Doğu - Güneydoğu bölgelerinde de.
Çözüm sürecinin amacı, terör örgütünün ülke dışına çıkması, silahların bırakılması, böylece çatışmanın ve ölümlerin sona ermesi idi.
Birebir tanığı olduk, İç Anadolu’da kuşku vardı, “Örgüt birdenbire silahı neden bıraksın ki, sakın oyuna gelmeyelim” sözlerini bir çok toplantıda duyduk. Ancak ölümlerin sona ermesinin özellikle Doğu - Güneydoğu’da, çözüm sürecine büyük destek verilmesini sağladığını da, bu bölgelerde çalışan heyetlerin izlenimleriyle biliyoruz.
Örgüt ülke dışına çıkmadı, silahları bırakmadı, aksine bölgede hem eleman hem silah-mühimmat yığınağı yaptı. Ve bir gün, Suriye’de PYD’ye açılan alandan da cesaret alarak - muhtemel ki bazı uluslar arası odakların da ümitlendirmesi ve cesaretlendirmesi ile- Kobani’nin Türkiye ayağını oluşturmak üzere harekete geçti. Özyönetim, hendek ve barikat çılgınlığı devreye girdi.
Tabii ki çözüm süreci bu değildi. Örgüt çözüm sürecine ihanet etmişti.
Dünyada hiçbir devletin, böyle silahlı bir örgütün şu veya bu ilçeye el koymasına, “buraya devlet giremez” demesine ve sokaklarda hendek kazıp barikat kurmasına göz yumması söz konusu olamazdı.
Kaçınılmaz olarak operasyonlar başladı. Bu noktada devletin, terör örgütünü bitirinceye kadar güvenlik operasyonuna devam etmesi en meşru hakkıdır. Devletin bu operasyonlar sırasında sivil halkın mağdur olmaması noktasında gösterdiği hassasiyet ise, daha önceki dönemlerdeki “güvenlik konsepti”nden çok farklı bir yaklaşımı göstermesi bakımından anlamlı idi.
Şu biliniyor: Bölge halkı çözüm sürecinin yeniden gelmesini istiyor.
Peki bu ne anlama geliyor?
Burada iki soru daha sorulabilir:
Bir: Halkın çözüm sürecini istiyor olması, terör örgütünün faaliyetlerine devam etmesini talep anlamına mı geliyor?
İki: Çözüm süreci kanın akmadığı, barışa doğru gidilen bir süreçti. Bölge insanı buradan çocuklarının dağa çıkmadığı - çıkarılmadığı, dolayısıyla ölüm haberlerinin kaygıyla beklenmediği, hayatın normalleştiği, sokağın güvenli hale geldiği bir ortama yeniden dönmek anlamına mı geliyor?
Bence ikincisi.
Bence bölge insanı evet Kürt olarak kimliğini önemsiyor, onun red, inkar, asimilasyon politikalarına maruz kalmasını istemiyor vs... Ama onun kadar bir terör örgütünün başına buyruk tasallutu altına da girmek istemiyor. Barış olsun, insanların iradesi üzerindeki baskılar kalksın, haraçlar, illegal yargılamalar, keyfi yol kesmeler bitsin ve iş - aş - ekmek gibi zaruri tabii hayat yaşanır hale gelsin.
Vatandaş çözüm sürecini bunun için istiyor.
Bu, zaten Hükümetin - Devletin de gerçekleştirmeye çalıştığı şey değil mi?
Hükümet nihayetinde böyle bir zemin inşa etmeyi amaçlamadı mı?
Ve bu süreç örgütün ihaneti ile kesilmedi mi?
Gerçek bu olduğu halde, bence şu anda “çözüm sürecinin buz dolabına konduğu” tema’sı, gerek örgüt gerekse uzantıları tarafından, “Bunlar savaş istiyor” propagandasına malzeme olarak kullanılıyor.
Çözüm sürecine taraftar olmak, eğer kaygı bu ise, şu an yürütülen operasyonların durdurulması anlamına gelmiyor.
Doğrusu şu: Operasyonlar, örgüt ihanetinin ortadan kaldırılması ve çözüm sürecinin gerçek bir barış süreci haline gelmesi için yapılıyor.
Demem o ki çözüm süreci konusunda devlet bakışı ile halk bakışının farklılaşmasına gerek yok.