Tartışmasız Türkiye’nin en büyük, en maliyetli ve kontrol altında tutulması en güç olan, bir numaralı sorunu, Kürt sorunudur. Bugün bu sorununun olası çözümleri üzerine kafa yorarken, geriye dönüp baktığımızda, bu uğurda ödenen bedellerin hacmi ve büyüklüğünün aklı başında herkesi ‘’hayretle’’ dehşete düşürecek boyutlarda olduğunu görürüz. Sadece son kırk yılda heba edilen insan kaynağının yanına, ekonomik kayıpları ve uluslararası arenada yitirilen itibarı eklediğimizde; asla, hiçbir şart altında göze alınmayacak kadar büyük bir bedelden söz ettiğimizi anlarız.
Şimdi, açık seçik şekilde yanıtlamamız gereken hayati önemdeki temel soru şudur; Kürt sorununu çözümsüz bırakıp, geçmişte ödediğimiz bedellere yakın bir bedel ödemeyi göze almalı mıyız? Yoksa her medeni ülkenin yaptığı gibi bize ait olan bu sorunu, gerçek çözümü için ödünsüz bir irade ile arayışlarımızı sürdürüp, sorunun özüne inerek, sorun çözülünceye kadar politik gündemimizin en üst basamağında tutmalı mıyız?
Elbette bu bir siyasi tercih meselesidir ve siyaset kurumu bu ya da benzeri tercihler ile Türkiye’nin önünü açma sorumluluğu ile yükümlüdür. Doğası gereği bu sorunun siyasi açıdan taşıdığı risklerin farkında olan biri olarak, bir adım daha ileriye giderek söylemeliyim ki, geç kalıyoruz. Her geçen gün bizi sorunun çözümünden uzaklaştırıyor. Her geçen zaman bizi kontrolü daha zor ve çözümü daha çetrefilli bir sorunla baş başa bırakıyor.
İma ettiğim şey, sadece Ortadoğu’daki yeni gelişmeler ve bu gelişmelerin sıcak bir patates gibi ilerde avucumuzu daha çok yakma ihtimali değildir; aynı zamanda özellikle hendek/ barikat vahşetiyle yaratılan büyük mağduriyetin duygudaşlığı örseleyen büyük etkisidir. Hiç uzağa gitmeden, sıcağı sıcağına Şırnak’a dönen ahalinin yaşadığı dram kelimenin tam anlamıyla yürek burkan bir insanlık dramıdır.
Sur, Nusaybin, Cizre ve Silopi’de yıkıma uğrayan hayatları yeniden onarmak, günlük hayatın olağan akışını ihtiyaçlara cevap verecek biçimde sorunsuz organize etmek ve ‘’mağdurun faill’e ilişkisini’ yeniden tasarlamak başlı başına büyük çaplı bir çalışma gerektirir. Mağdur halk bu vahşetin faillerini biliyor, tanıyor. Ama bu bilme ve tanıma eğer ciddi bir alternatifle desteklenmese hiçbir işe yaramaz. Aynı halk bir süre sonra başka bir büyük dayanak bulamadığı için mecburen eski rutinine rıza gösterebilir.
Listeyi uzatmak mümkündür, belki de uzatmak gerekli ve hayırlı da olur. Ama kabaca söylemek gerekirse, PKK’nin yarattığı mağduriyetler ve bundan kaynaklanan mağdur sayısının büyüklüğü o kadar orantısız arttı ki, buralara yönlendirilecek sistematik, disiplinli bir çalışma, kendi başına PKK’nin ideolojik hegemonyasına son verebilir.
Kürt sorununun çözümü için oluşturulacak özel bakanlık, ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi ve idari bir dizi sorunu çözerken, yaslanacağı en temel hakikat, Kürt dilinin özgürleşmesi talebi olmak zorundadır. Çünkü Kürt sorununun siyasi özü dilseldir, dilin özgürleşmesi talebidir. Dil bağlamına oturmuş bir bakanlık organizasyonu, dil üstünden her ile formüle edilmiş sorun ile doğrudan, ayrıntıyla ilişkilenebilir.
Kürtleri, ‘’Kürt’’ olarak niteleyen en belirgin ortak payda Kürtçedir. Kürtler, Kürtçenin yaşam enerjisiyle tarih içinde oluşmuş istikrarlı bir topluluktur. Dolayısıyla Kürtleri 21. yüzyıla taşıyan en dominant güç ne bir parti, ne bir karizmatik lider, ne bir mücadele biçimi ve ne de kopuk kopuk kendini tekrar eden bir mağduriyet enerjisidir; Kürtleri 21 yüz yıla taşıyan yegâne güç Kürtçenin özgürlük talebidir . Kürtçenin diğer bütün dünya dilleri gibi, kapasitesi ölçüsünde egemen olacağı, içinde kendini huzurlu sayacağı, bir hayat tarzıdır.