Çözüm mözüm yok, dedi Başbakan. Bundan böyle savunma değil taarruz yapacağız.” Bir Diyarbakır gezisi, bir ekonomik - sosyal paket ve bir irade.
Bir türlü bitmeyen terör karşısında yeni bir devlet tavrı.
Bir boyutunda halkın yaralarını sarma, diğer boyutunda silahlı yapıyı tasfiye. Ak Parti iktidarlarının öteden beri yapmaya çalıştığı şey.
Başbakan Yıldırım, çok yalın konuşuyor. Şu cümlesi çok net
bir perspektifi ifade ediyor:
“Türkiye’nin bir Kürt sorunu yoktur, Kürtlerin bir PKK sorunu vardır.”
Bana göre de doğru bir tespit bu.
Ancak, alanda terör örgütünün silahlı propaganda ile yaptığı zihni tahribatın izale edilmesi kaydıyla.
Kürtleri kazanmak, terör örgütünü tasfiye etmek.
Bunu bütün kuşaklarda başarmak.
“Bütün kuşaklarda” derken, genç kuşakların çalınmış zihinlerinin kurtarılmasını kastediyorum. Dağa çıkış dursun mesela, dağın genç kuşaklarda oluşturduğu cazibe sona ersin, bunun Kürtlükle alakası kalmasın mesela.
Başbakan’ın “Çözüm mözüm yok” ifadesi, yine silahlı yapının tasfiyesi için devreye sokulan “Çözüm süreci”nde, işin mecrasından kayması ve “Terör örgütü ile Kürt sorununun müzakere edilmesi” gibi bir garabetin, artı, bölgede silah yığınağı yapılmasına göz yumulması gibi bir gafletin oluşması sebebiyledir. Ki o dönem için, bölgenin Ak Partili milletvekilleri bile “Alan hakimiyeti PKK’ya geçti” değerlendirmesi yapmışlar, bölgede siyasi faaliyet yapamaz hale geldiklerini ilan etmişlerdir. “Çözüm mözüm yok”, terör örgütüne alan açan bir çözüm yok, demektir, yoksa şu an bölge için öngörülen 140 milyarlık yatırım da, terör örgütüne darbe üstüne darbe vurmak, örgütün insan kaynağını oluşturan öğretmen sapkınlığını ortadan kaldırmak da, çözümün ayakları arasındadır.
Çözüm ama başka bir çözüm.
Terör örgütüne silah bıraktırmayı kuvvet kullanarak sağlamayı öngören bir çözüm.
Ve bölge insanının, terör örgütünün tasallutundan kurtulduğu inancını kazandırmayı hedefleyen bir çözüm.
Bu da kaçınılmazdı, “Kürtlük aidiyeti”nden yola çıkan, on yıllardır bölgede çalışan, alan hakimiyeti duygusuna ulaşmış ve uluslararası odaklardan Suriye boyutunu da içine alan legal yapılanma için bir tür “icazet” almış bir terör örgütünün tasfiyesi başka türlü olamaz zaten.
Peki bu strateji sonuç verecek mi?
Şehitler, şehitler, şehitler...
Acıyı yüreklerine gömüyor insanlar. Analar, bacılar, eşler, evlatlar...
Sonra?
Bu acıların bir sonunun gelmesi lazım. Doğu’da, Batı’da feryatların durduğu bir gün olmalı.
Konu hassas. Her hamleyi “Kürtlere karşı” diye pazarlayacak bir siyaset dili sürüp gidiyor. HDP, bir türlü “Türkiyelileşmedi.” Kobani furyası da, bu dili beslemeye yönelikti. Şimdi Suriye harekatı da o dil için malzeme olarak kullanılamaya çalışılıyor. Köprünün altından çok sular aktı, HDP bir hayli zemin kaybetti, terör örgütünün burnu sürtüldü, militanlar hendeklere gömüldüler, ama konu gene de hassas.
Bölgenin sivil toplum kuruluşları ile diyalog, manevi kanaat önderlerinin şemsiyesini devreye sokmak, bölgede eğitimi rehabilite edecek bir öğretmen kadrosu oluşturmak, halkla sivil alanda kucaklaşmak.... Başarılabildiği ölçüde, yeni dönemin sağlıklı seyretmesine imkan verecek.
Başbakan’ın hem konuşma üslubunun hem beden dilinin bölgede karşılık bulacağını düşünüyorum. Paket ete kemiğe büründüğünde, Sur, Şemdinli, Şırnak, Nusaybin, Yüksekova vs... İnşa-ihya süreci ile ayağa kalkmaya başladığında, halkla kucaklaşmanın çok daha görkemli örneklerine rastlanacaktır.
Şunu da söyleyeyim ki, terör örgütü, HDP’yi de etkisiz eleman haline getirmiş bulunuyor. “Ovada siyaset” ayağı çökmüş durumda. HDP şu anda terör örgütünün elemanları ile birlikte Avrupa ile aşna - fişne yaparak ilerlemeye çalışıyor. Bu yol da çıkmazdır. Altan Tan’ın hem Kürtler’in değer ölçülerini tespit babında hem de onun üzerine inşa edilecek siyaset noktasındaki uyarıları çok haklı idi. Bir kulaklarından girdi öbüründen çıktı, belki hiç kulaklarına girmedi ve bu çürüyüşe gelindi. Örgütün akıbetini paylaşmaktan başka çıkışları yok.