Ülkemiz pandemiyle iligli mücadelede, etkin ve ileri görüşlü bir politika üzerinden yürüyor. Bunun böyle olduğunu, en azından ilk aşama için söyleyebiliriz. Yeni normale geçmeye çalıştığımız şu süreçte, sorunun küresel, çözümün ise ulusal olduğu mottosu sürekli tekrarlanıyor. Ama asıl can alıcı nokta, işin izolasyondan ibaret olmadığını farketmekte. Virüs ile mesafe koymayı bundan sonraki normalimizde yaşatmak zorundayız. Hatta virüsle mesafe, artık kültürel bir mesele olarak gündelik hayatımızın gündelik anlarında yer almalı. Toplum, koruyucu sağlık tedbirleri çerçevesinde ‘’uyanık bilince’’ sahip olabilmelidir.
Bu bağlamda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi kamusal hizmetlerin bütünlük içinde ve yüksek adaptasyon hızıyla gerçekleştirilmesini sağlamıştır. Milli iradeyi temsilde sözgelimi koalisyonların getirebileceği zaman kayıpları yaşanmamıştır. Muhalefetin yoğun eleştirilerine rağmen, Şehir Hastanelerinin geniş imkanları, yerli olarak üretilen maske ve ventilatörlerin sağladığı rahatlık, sağlık çalışanlarımızın hekiminden, hemşiresine, görevlisine kadar fedakar çalışmaları ile, devlet-millet elele bir seferberlik duygusuyla verilen mücadele inşallah iyi sonuçlar alacak...
Virüsle mücadelenin bize öğrettiği yol haritasında şunlar var:
1- Siyasetin ve hükümetin tüm mekanizmalarını işin içine dahil eden kolektif ve uyumlu bir yaklaşımla mücadele edersek yol alabiliriz...
2- Güçlü ve etkin bir küresel işbirliği kurulması şarttır...
3- Devletin yanısıra sivil toplum ve tek tek insanlarımız da seferberlik ruhuyla bu mücadeleye etkin olarak katılmalıdır...
Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler gibi örgütlerin çaresiz kalıp iflas ettiği bir küresel tehditle karşı karşıyayız. Avrupa’nın hali ortada. Öyle ki BM’deki 5 veto sahibi ülkenin bile mücadelede başarısız kaldığı bir süreçten söz ediyoruz. Müthiş bir ‘’güven kırıklığı’’ hakim bu süreçte dünyaya...
Bu yüzden Cumhurbaşkanımızın ‘’Covid 19 aşısı tüm insanlığın ortak malıdır’’ cümlesi çok değerli. Ufuktaki yeni dünyanın da sinyallerini veren bir cümle bu... Eski sert sınırların, ayrımcılıkların, çatışma alanlarının, setlerin, parantezlerin olmayacağı, insan özünde birleşen bir kurtuluş manifestosunu anımsatıyor...
Daha iyi bir yeni dünya için bizim de değiştirmemiz gereken alışknalıklarımız var. Çevreye kaynaklarımız hiç bitmeyecekmiş gibi saldrıarak yaklaşmak, doğaya sorumsuzca zarar vermek ve yine sorumsuzca tüketmekten kendimizi alıkoymamız gerekiyor. Zaten dünyayı kasıp kavuran bir kasırganın içindeydik; adaletsiz gelir dağılımı bir yandan, yoksulluk, savaşlar, göç diğer yandan, dijital dönüşüm ve ona ayak uyduranların da uyduramayanların da maruz kaldığı mağduriyetler, iklim krizi derken, devasa zorluklarla çevriliydik. Şimdi Covid19 patlamasıyla bu çember iyice daraldı. Bu sınavlar sarmalından ancak dayanışma ve iş birliği yoluyla çıkabiliriz. Azınlığın değil, çoğınluğun da değil, ancak hepimizin kurtuluşuyla içinden çıkılabilecek bir kasırgayı yaşıyoruz.
Yeni normalde, insanların biyometrik sinyalleri virüsle mücadele kapsamında devlet tarafından gözetim altında tutuluyor. Hatta Çin’de artık marketler, alışveriş merkezleri gibi özel şirketler de biyometrik sinyal taraması yapmaya başladılar. Evden çıkıp yine eve girinceye kadar attığı adımı kontrol altında insanın... Bunun bir isitisna durumu olduğunu biliyoruz. Peki normale geçtiğimizde ne olacak? Bu kapsamlı gözetimler kişilerin mahrem bilgileriyle dolu devasa bir bilgi havuzu elde etmiş olacak. Bu bilgilerin, kişilerin mahremiyetini ihlal edecek şekilde kullanılmaması gerekiyor... Bunun için de etik kuralların, belki de yasaların getirilmesi gerekiyor...