'1 Kasım’da iktidarı dincilerden alacağız’ söylemleri ile bir araya gelen HDP ve Kemalist gençliğinin birlikteliği son zamanlarda gözyaşartan cinsten. Yeni çıkan Cins adlı dergiye konu olur mu bilinmez ama bu birlikteliğin ülkemize çok şeye mal olacağı kesin gibi. Bu grubun içinde aklıselim CHP üyesi olan insanların ‘1 Kasım’a kadar sabır! Miting yok, kavga yok, oyunlara ve gaza gelmeyin, şuan sizin kolektifin içinde de hain olabilir, uymayın!’ söylemlerine rağmen ‘Bu meydan kanlı meydan’ sözleri ile halaya duranlar mı dersiniz, yetmedi ‘Gerilla efsanelerini’ anlatan marşlarla oynamalar mı dersiniz, özgürlük ve barış çağrıları yapan daha çok eylemlerin olacağı görülüyor.
Yapılacak miting alanına polisi yaklaştırmayıp meydanı aramasına izin vermeyenlerin patlayan bombalardan sonra polise saldırmasını bir kenara bırakırsak ‘hayatı durdurun’ çağrısı ile nasıl barış geleceğini bize açıklayabileceklerini de zannetmem. Hayatı durdurmanın memurların görev yapmaması, çöplerin toplanmaması hatta sokaklara tekrardan toplanan çöplerin dökülmesi ve acil servisler dışında TTB’ye bağlı olan doktorların görev yapmaması adına yapılan çağrı hayatı durduracak cinsten ama bu ne kazandıracak sorusunun da cevabı yok. TTB dediysek hani şu örgütün doktor öldürmesi sonrasında PKK’ya tek laf edemeyen birlikten bahsettiğimizi hatırlatalım.
‘DEAŞ ile YPG işbirliği yapmış olabilir’ açıklamasına o kadar içerlediler ki suçüstü yakalanan hırsızın sergilediği hareketlerin benzerini göstermekten kaçamadılar. Sahi neden DEAŞ denen zalim terör örgütünün en olmadık zamanda Türkiye’de PKK ve siyasi uzantısı HDP’nin işini kolaylaştıracak bir şekilde Türkiye’yi hedef seçmesinin mantığını da anlamamıza o kadar çok sinirlendiler? Her bombalama olayında HDP yöneticilerinin orda olmaması şu meşhur 11 Eylül olayında, klişe söylenti olan, ikiz kulelerde Yahudilerin olmamasına ne kadar da çok benziyor. Olay sonrası ise bombalanan meydan da HDP yöneticilerinin fotojenik olma çabaları da manidar. Herhalde Ertuğrul Özkök’ün, Demirtaş’a yönelik ‘Biliyoruz tanıyoruz, düzgün siyasetçisiniz cesursunuz! ‘ sözlerinin etkisi tüm HDP’li yöneticilerce bombalama olaylarından sonra meydanlarda fotojenik olma yarışı olarak algılandı. Yaşanan bombalama olayından önce yarın bomba patlayacak diye kehanette bulunanların PKK ve HDP ile bağlantıları ortaya çıkınca artık kameralara nasıl poz verecekler diye merak etmiyor de değiliz ama ne de olsa bu çelişkili durumlara karşı bağışıklıkları bir hayli gelişti. Pardon yüzleri keçeleşti.
İnsanlık dışı bir tuzak sonrasında kaybedilen canların arkasından yaşananlar da tam bir samimiyetsizlik örneği gibi. Tren garında ölen vatandaşlarımızın acısını Sıhhiye’de paylaşanlardan çoğunun şehitleri anma yürüyüşünde Ankara Karanfil Sokak’ta yürüyenlerin üzerine her şeyi boca edenler olması gibi. Ambulansa yol açan polise saldırmak adetten gibi görünse de bıçaklanan bir üniversite öğrencisini taşıyan ambulansa molotof atmak artık cibilliyet meselesinden ziyade sorunun biraz daha derinde olduğunu gösteriyor. Doğu da bir ilimizde yaralı polisi hastaneye götüren araca arkadan ateş edilmesi, o an TC dedikleri devletin Kobani’de yaralananları kendi hastanelerini açması da bariz aradaki cibilliyet farkını ortaya koyuyor.
Milletvekillerinin ve belediye başkanlarının cephaneliği andıran arabaları, malum zihniyetin sözde barış çağrıları, bombalamadan hemen sonra ‘Katil devlet’ söylemi ile samimiyet testinden geçerek yerle bir oluyor. Bu samimiyetsizliğe avukatların katılması ve OTDÜ’den beklenen hamlenin Koç Üniversitesi’nin sözde barışsever öğrencilerinden gelmesi de aslında bu samimiyetsizlik halkasının uzantısını gözler önüne seriyor.
Cumhurbaşkanı hakkında ağzına geleni söyleyenlerin sonradan Erdoğan ülkeyi kutuplaştırıyor demesinden başlayalım da ölen insanlar için Kuran okutulmasına hayret edenlerin ülkemize bomba ihraç eden Esed’e dua etmelerine kadar... Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın ölümü sonrasında katilleri protesto edemeyen avukatların bombalama olayından sonra ertesi gün ‘Katil Erdoğan’ diye söylemlerinden, Ankara Garı’nda patlayan bombanın müsebbibini Osmanlı Sarığı ile özdeşleştirenlere kadar tüm samimiyetsizlikleri yaşadığımız ve daha çok yaşayacağımızı düşündüğümüz günlerden geçiyoruz.
Cibilliyet kelimesi; huy, karakter ve yaratılış anlamına gelen bir kelime. Buraya not düşeyim de yanlış anlaşılmasın kimilerince. Birçok farklı örneğine şahit olduğumuz şu günlerde yaşananlar aslında, çok değil azıcık cibilliyet meselesi sadece.