Ermenilerin “Aghet” (Büyük Fâciâ) diye andıkları ve sembolik olarak 24 Nisan 1915’de başladığı kabûl edilen büyük kıyım konusunda bir iki husûsa daha değinmek istiyorum.
Kemâl Tâhir’in roman kahramanları bu olaydan “Ermeni Kırımı” diye sözederler. Bu ifâdeden Türklerin Ermenileri kırdığı anlamı çıkıyor ki günümüzde artık buna pek îtirâz eden kalmadı sanıyorum. Tartışmaların ağırlık noktasını uzunca süredir daha ziyâde bu kırım tek taraflı mı olmuşdur yoksa karşılıklı mı meselesi teşkîl eder gibi. Yâni bu bir “kıtâl” (geniş çaplı öldürme) değil “mukaatele” (geniş çaplı öldürüşme) şeklinde cereyân etmişdir tezi üzerinde konuşuluyor ki bir gelişme sayılabilir. Çünki bundan birkaç sene öncesine kadar aşağı yukarı bütün resmî ve gayrı-resmî ağızlar bunu da kabûl etmiyorlar ve âdetâ beşeriyetin zekâsıyla alay edercesine, muhtemelen tehcir sırasında birkaç Ermeninin başına rafdan sünger düşerek beyin sarsıntısı geçirmiş ve bunlardan cüz’î bir bölümü de ihmâl yüzünden hayatlarını kaybetmiş olabilir benzeri ipe sapa gelmez lakırdılar etmekteydiler.
Ben gerçi “soykırım” iddiasını savunanlardan değilim. İnceleyebildiğim kadarıyla tehcîr edilen Ermenilerin nerelere yerleştirilip iâşe ve ibâtelerinin nasıl sağlanacağı husûsunda belgeler de var. Bir hükûmet öldürmeğe niyet etdiği insanların geçimi ve bakımı için bütçesinden ödenek ayırmaz. Yâni meselâ Hitler Almanyası’nın Yahudileri ve diğer “aşağılık ırklar” mensublarını imhâ etmek istemesi gibi bir plan bulunduğu kanaatinde değilim.
Ancak şahsî kanaatimin bu bağlamda bir önem taşımadığını da müdrikim.
Bunun sebebi şimdiye kadar bu meselenin henüz tam anlamıyla incelenmiş olmamasıdır. Evet, konuyu ele alan yüzlerce inceleme vardır ama bunlar ya bir tarafı ya da öbür tarafı haklı çıkarmak amacıyla yapılmış çalışmalar. Aralarında tam mânâsıyla “bilimsel” olanlar da vardır belki ama kaabil-i ihmâldir.
Onun için bence probleme herkesi tatmîn edici cevablar verilebilmesi ancak Türk, Ermeni ve diğer milletlerden araştırmacıların ortaklaşa yapacakları bir çalışma sonucu mümkin olabilir.
Bu yapılmadığı sürece mesele daha sittin sene sürüncemede kalmağa mahkûmdur!
Bu vesîleyle bir uyarıda bulunmama da müsaade edilmesini ricâ ediyorum:
Bu konuda ecnebîlerle münâkaşaya giren Türklerin, “Ama, Almanlar da altı milyonYahudiyi kesdi.” yâhut “Fransızlar da Cezâyir’de birbuçuk milyon Arabı kesdi.” şeklinde bir savunma yapması fevkalâde yanlışdır! Zîrâ, evet, onlar bu cürümleri işlediler ama işlediklerini de îtirâf ederek hem özür dilediler hem de kurbanlara ağır tazmînât ödediler!
Yâni bu argümantasyona başvurduğunuz zaman karşınızdaki de size “Güzel, o zaman sende özür dile ve tazmînât öde, mesele kapansın!” deme imkânına sâhib oluyor.
Yanlış anlaşılmasın!
Ben adâlet gereği, barış ve huzur gereği bundan da kaçınılmaması gerektiğine inanırım ama önce bana “Aghet”in sâhiden “soykırım” olduğu ısbât edilirse!
Bunun yolu ise bir araya gelip herşeyi, ama herşeyi konuşmakdır!
Çok acıtsa da!