Üç aydır dünyanın farklı coğrafyalarında gösteriler yapılıyor, boykot listeleri sıralanıyor, Gazze'nin unutulmaması adına programlar icra ediliyor.
Son günlerde ise "Refah sınır kapısı açılsın!" haykırışıyla milyonlarca paylaşım yapılıyor.
Mısır Konsolosluğu önünde nümayişler örgütleniyor.
Bu, ümidin diri olduğuna işarettir. Söylenmelidir, dillendirilmelidir.
Duyarlılık yelpazesini kapatmayan her kişinin alnından öpmek gerekir.
Ancak buna karşın terör devleti İsrail asla geri durmuyor, Mısır kapıyı açmıyor, İslam coğrafyası ise İsrail'i kınamaktan öteye gidemiyor!
Gazze'mizde kardeşlerimiz, evlatlarımız açlıktan ölüyor, salgın hastalıklara yakalanıyor. Bebeklerin bile korkudan kalp krizi geçirdikleri hikâyeler anlatılıyor!
Tarih şeridinde günümüzde vuku bulan olayların müteradifini bulmak mümkündür.
İslam'ın gelişinin yedinci yılında Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve arkadaşlarına yönelik bir sosyal baskı yöntemi uygulanıyor. Baskı üç yıl boyunca şiddetini arttırarak devam ediyor.
Mekkeli müşrikler bir araya gelerek, yazılı bir anlaşmayla boykot başlatıyorlar. Anlaşmanın altında zamanında Peygamber'in de içinde olduğu Hilfü'l-fudûl hareketi üyelerinin imzaları da var.
Oysa Hilfü'l-fudûl örgütünün tüzüğünde bulunan; "Mekke'de birine zulüm ve haksızlık yapıldığında, o kimse ister iyi ister kötü ister bizden ister yabancı olsun, hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz; deniz süngeri ıslattığı ve Hira ile Sebîr dağları yerlerinde kaldığı sürece bu yemine aykırı davranmayacağız ve birbirimize malî yardımda bulunacağız" maddesi bilindiği için anlaşmayı Kâbe'nin duvarına asıyorlar.
Alayla, hakaretle başlayıp işkenceye kadar zulmü büyütüyorlar.
Peygamber Efendimiz ve yanındakiler tecrit ediliyor ve şehrin dışında bir bölgede toplanıyorlar. Müşrikler bu bölgeye herhangi bir sevkiyatın gerçekleşmemesi adına bölgeyi duvar örer gibi gözetim altına alıyorlar.
Bölgeye giriş çıkışlar yasaklanıyor.
O kadar sıkıntılara maruz kalıyorlar ki, açlıktan ağlayan çocukların çığlıkları şehirde dahi duyuluyor.
Açlıktan ölenlerin sayısı her gün artıyor.
Salgın hastalık baş gösteriyor ve bölge içinde karantina oluşturularak hastalığa yakalanmamaya çalışılıyor.
Boykot günlerine dair Sad b. Ebî Vakkas bir anısını şöyle zikreder: "Açlıktan dolayı bir gece dışarı çıkmıştım. Ayağım yaş bir şeye değdi. Hemen onu ağzıma attım ve hâlâ ne olduğunu bilmiyorum."
Bölgeye yardım etmeye kalkan olursa hemen cezalandırılıyordu.
Bir gün bölgeye gizlice yardım götürmeye kalkan, Haşimoğlularına dostluğuyla bilinen Hişam b. Amr, Netanyahu'nun atası olan Ebu Cehil tarafından yakalanarak tartaklanmıştı.
Bu olay anahtar rolü oynadı ve Amr; Züheyr b. Ümeyye, Mutim b. Adiy, Ebu'l Buhteri, Zema b. Esved isimli dört kişiyi bu zulme dur demek için ikna etti.
Bu beş kişi geceleyin toplanıp ne yapacaklarını, nasıl bir yol izleyeceklerini aralarında konuştular ve bir plan yaptılar.
Ertesi gün birbirinden habersizmiş gibi müşriklerin toplandığı Harem'e geldiler ve "Ey Mekkeliler! Biz istediğimiz gibi yiyelim, içelim, giyinelim, Haşimiler açlıktan helak olsunlar, yakışır mı? Bu bir soykırım değil midir? Vallahi Kâbe duvarında asılı şu sahifeyi yırtıncaya kadar yerimize oturmayacağız." dediler. Destek olanları da görünce sahifeyi aldılar ve yırttılar.
Akabinde bu beş kişi, silahlarını aldılar ve gidip Haşimileri boykottan kurtardılar.
Mekke'de kurulmuş olan bu zulüm ve soykırım mekanizmasını yıkmak kolay değildi.
İnsanların çoğunluğu bu boykotun kalkmasını da istiyordu ama endişe ediyorlardı.
İşte bunu, Peygamber Efendimizin hep hayırla yâd ettiği ve minnettarım dediği Müslüman olmayan ve olmayacak olan bu beş kişi yapabilmişti.
Boykota muhatap olmayan Müslümanlar da vardı ama bu beş kişiye Peygamber teşekkürü nasip oldu.
Terör devleti İsrail'in Filistin'deki soykırım zulmüne, henüz fiziki olarak müdahale etme şecaatini gösterebilen bir Arap ülkesi ya da İslam coğrafyasından herhangi bir ülke çıkmadı.
Bir bakarsınız Müslüman olmayan bir Güney Afrika, bir Maduro bulmuş beş kişiyi ve Gazze'yi kurtarmak onlara nasip olmuş!
Olur mu olur!