Coğrafyaların ruhu var. Üzerinde yaşayanlar değişse de bu ruh değişmez. Bir şekilde ortadan kalkan sakinlerinin yerine geçenler, bir süre sonra bu ruhun dayattığı karaktere bürünürler kaçınılmaz olarak. Bu yüzden herhangi bir coğrafyanın sakinleri etnik, mezhebi ve dini açıdan gelip geçmiş eski sakinlerle ortak bir özelliğe sahip olmasalar da kesinlikle onların devamıdırlar, çünkü geçmişteki sakinlerin karakterini şekillendiren ruh değişmeden devam etmektedir.
Türkiye'nin üzerinde kurulduğu coğrafyanın özelliği imparatorluklara beşiklik etmesidir. Bizans (Roma), Selçuklu, Osmanlı gibi. Bir diğer adı Küçük Asya olan bu coğrafyanın en belirgin özelliği küçük düşünenleri kesinlikle omuzlarından atması, diğer bir ifadeyle üzerinde yaşayanları büyük düşünmeye zorlamasıdır. Bu ruha gerekli reaksiyonu göstermeyenler, gösteremeyenler silinip gitmekten kurtulamazlar.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, bu ruhun etkisiyle, lokal düzeydeki farklılıkları içerecek bir çatı isimlendirmeye gerek duyulmuştu. Eskiden olduğu gibi İslam'ı veya onu çağrıştıracak bir isim kullanmayı, kendilerini henüz mağlup etmiş olan batının hışmından çekindikleri için göze alamamışlardı. Bunun yerine İslam'ı, anasır-ı İslam'ı zımnına yerleştirerek Türk kavramını öne çıkardılar. Başlarda niyetleri, öteden beri söylendiği gibi etnik bir vurgu değildi. Onların öne çıkardıkları şekliyle Türk, etnik bir kimlikten öte Anadolu ve Mezopotamya'da yaşayanları kapsayacak bir çatı kimlik olarak tasavvur edilmişti. Yani Cumhuriyeti kuranlar, büyük düşünmeyenlerin, büyümeyi düşünmeyenlerin bu coğrafyada uzun süre varlıklarını sürdüremeyeceklerinin bilincinde hareket ediyorlardı. Birçok açıdan eleştirilse de böyle bir tercih, tarihin derlenip toparlanış amaçlı ve bir süre sonra kapatılacak bir parantezi olarak görülebilirdi. Ancak öyle olmadı.
Kemalizm'in örgütlü hali olan tek parti rejimi, bu adlandırmayı zaman kazanma amaçlı bir geçici tedbir olmaktan çıkarıp ebet müddet bir sisteme dönüştürecek adımlar attı. Türk'ü etnik bir kavrama dönüştürdü. Türk tarihi, Türk dili, Türk geleneği, sadece Türk'ün etnik tarihini, etnik dilini ve etnik geleneğini ifade edecek şekilde kabul etti, öğretti, dayattı. Başka etnisiteleri yokluğa mahkum etti. Bu, coğrafyanın ruhuna aykırı bir küçük düşünme teşebbüsüydü elbette. Coğrafyanın ruhunun tepkisi de gecikmedi doğal olarak. Omuzlarına kurulanları silkeledi kaç kere. Tek parti rejiminin yönettiği Türkiye kaç kere yok oluş uçurumunun kenarından alındı, büyük düşünme kapasitesine sahip liderler tarafından. Menderes ve Özal gibi. Sözünü ettiğim bu liderlerin çabaları, küçük düşündürücü tek parti zihniyetini bertaraf etmeye yetmedi kuşkusuz. Doğal olarak yok oluş tehdidi devam etti. Herkesi barındırması için tasarlanan çatı, tek partinin uygulamaları ve devamındaki iktidarların bu barikatı aşamamaları yüzünden sadece Türk etnisitesinin veya etnik olarak Türk olmayı kabul edenlerin nefes alabildiği bir vasat olarak varlığını sürdürdü.
İktidara geldiği günden beri Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak parti, iktidarda olmasa da küçük düşündürücü ilkeleri darbe anayasalarının ve parti ilkelerinin şahsında ülkeyi siyasal olarak yönlendirmeye devam eden tek parti rejiminin oluşturduğu bu küçültücü barikatı aşmanın çabası içinde oldu. Türkiye'yi büyütmenin yasal, anayasal zeminini oluşturmaya yönelik çeşitli girişimlerde bulundu. Açılımlar başlattı.
Ülkeyi büyüyen ve büyük düşünen bir vizyona sahip kılmayı siyasal varoluşunun gayesi edindiğini kanıtlayan Erdoğan'a muazzam bir destek geldi. MHP lideri Devlet Bahçeli bir süreden beri, tek parti zihniyetinin ülkenin ayağına bağladığı Kürt meselesi adlı prangayı parçalayacak açıklamalarda bulunuyor. Kuşkusuz ne olacağını, nasıl gelişeceğini, ne tür tepkilerle karşılaşacağını bilmiyoruz. Ancak bu, bir büyük düşünme emaresidir ve önemlidir. CHP liderinin de el yükseltmesini tek parti dönemine ilişkin bir özeleştiri olarak görmek mümkündür.
Coğrafyanın ruhu, küçük düşünme parantezini kapatmayı dayatıyor. Bu ruha daha fazla direnmek mümkün değildir.