Bir grup yazar olarak, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’la bir araya geldik.
Bakan, çocuklara karşı işlenen suçlar ve çocukların korunması üzerine yaptıkları çalışmaları anlatmak, yazarların düşüncelerini öğrenmek ve medyanın bu konuda bakanlıkla nasıl bir yardımlaşma içinde bulunabileceğini istişare etmek istiyordu.
Son, diyelim bir ayda gündeme gelen cinayetler, tecavüzler, problemi deyim yerinde ise toplumun yüreğinde patlatmış bulunmaktaydı. Alarm ise bundan daha sarsıcı bir alarm olamazdı.
Ne oluyordu bize?
Bu soru bana, Moral FM’le haftada bir Çarşamba günleri yaptığımız “Ufuk Turu” programında sorulmuştu.
Ben de “Evet, demiştim, bir “Biz”imiz vardı, şimdi o “Biz”in ne olduğunu, nereye gittiğini, onda nelerin eksildiğini, yeni “Biz”in içine nelerin nüfuz ettiğini düşünmek zorundayız.”
Çocuğu “Allah emaneti” olarak gören bir toplum zihniyetinden uzaklaşıp, ona yönelik tecavüzü, öldürmeyi konuştuğumuz bir zamana gelmişiz.
Cami duvarlarına kuş evleri yapan bir medeniyet dünyasından uzaklaşıp, kediler üzerinde atış talimi yapılan, üstelik bunu çocuklarımızın yaptığı bir dünyaya gelmişiz.
Hayvana sövmenin yasaklandığı bir inanç - kültür ikliminden, insanın bile aşağılandığı zamanlara savrulmuşuz.
Ne oldu bize?
Bakanlık, hazırladığı ve yazarların önüne koyduğu bir metinde şu soruların cevabını arıyor:
“- Suç işleyen tipolojiyi ortaya çıkaran nedir? Çözüm yolları nelerdir?
- Canavarca hisle suç işleyenler, insani değerlerini nasıl kaybediyorlar?
- Yaşanan olumsuz olaylar toplumsal yapımızda bir soruna mı işaret etmektedir, yoksa münferiden cani kişilerce mi gerçekleştirilmektedir?
- İnsani değerler neden ve nasıl kaybedilmektedir? Topluma-bireye nasıl yeniden kazandırılabilir? Çocukluk dönemindeki eğitimin önemi nedir ve içeriği nasıl olmalıdır?”
Özet şu:
Çocuğa karşı cinayete kadar varan suç şeklinde ortaya çıkan bir toplumsal sancı vardır, bunun kökünde “insani değer kaybı” bulunmakta ise, biz bunu nasıl kaybettik, nasıl bulabiliriz?
Tabii burada en kritik mesele, “insani değer”in ne olduğu, ve onun topluma nasıl kazandırılacağı meselesidir.
Suçu görüyoruz. Hele suç, kendimize daha yakın mesafede gerçekleşiyorsa, hele suçun ürettiği ateş kendi evimize düşüyorsa daha çok görüyoruz. O ortamın sıcaklığı içinde “Bir şeyler yapılmalı” çığlığını da atıyoruz.
Ama, “İnsani değerler” başlığı altına maddeler sıralanmaya başladığında, içinde yoğrulduğumuz sosyo - kültürel zemine göre tepkiler gelmeye başlıyor.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Ak Parti iktidarları bünyesinde oluşturuldu.
Ak Parti, kendisini “muhafazakar - demokrat” olarak niteliyor.
“Muhafazakarlık” boyutu, hem ailenin korunması hem, “Manevi değerler” diye çerçevelenebilecek hassasiyetlere itina noktasında duyarlılık gerektiriyor. Aile duyarlılığı da bununla ilgili, çocukların manevi değerlerle donanımı duyarlılığı da bununla ilgili.
Ama bu duyarlılıkları gündeme getirmeye kalktığınızda da hemen “toplumun muhafazakarlaştırılması” suçlamasını alnınızın çatında görebiliyorsunuz. Peşinden “laik devletin nötrlüğü” geliyor, ardından çağdaş liberal yaklaşımlar geliyor vs...
Aslında bu sözü edilen ilkelerin hükümferma olduğu Batılı ülkelerde de, suçluluğun artması ve değer boşalması olgusu, sosyal bilimcileri ve toplum yöneticilerini kaygılandırıyor.
Belki de “ailedeki sancı”ya çare bulsak, ya da gençliğin değer boşalmasına, bir laboratuvar ortamı gibi incelenmeye değer görülecek. Ama sancı bizde de büyüyor, gençlik bizde de, “elden çıkıyor!”
Dedim ki orada ben:
- Sayın Bakan, bu konular, aslında medya yöneticileri dahil, herkesin yüreğini ilgilendirecek konular. Ama toplumsal dinamikleri etkileyen odaklarla, Ak Parti ile aynı siyasi görüşleri paylaşmıyor olsalar bile, bir iletişim zemini geliştirmek gerekiyor. Yani “Bu iş siyaset değil, bu siz, biz, çocuklarımız, ailelerimiz” gibi bir duygu bütünleşmesinde zaruret var. Ben, bu dili de Hükümetin gerçekleştirmesi gerektiğine inanıyorum. Bir gencin tecavüz - cinayet mağduru, bir diğerinin tecavüz - cinayet suçlusu olması, yani toplum olarak çürüme görüntüsü içine girmemizin önlenmesinden bahsediyorum. Hükümet bu alanı, politik karşıtlık alanı olmaktan çıkarmayı, bir konsensus alanı haline getirmeyi başarmalıdır, diyorum ezcümle.