Elitler, bir toplumun önde gelen insanları. Donanımlarıyla, yetenekleriyle, ufuklarıyla toplumu aydınlatırlar. Siyasetçiden akademisyenine, tüccardan din adamına, askerden sanatkârına kadar değişik kesimlerden meydana gelirler. Toplum bunlarla aydınlanır, yol alır, kendisi ile yüzleşir ve değişim yapar.
Elitler, kendi toplumuna yabancılaşınca elitizm doğar. Artık kendilerini ayrıcalıklı görürler. Toplumdan, mahalleden, şehirden, doğal ilişkilerden yalıtık yaşarlar. Kendilerini hakikat zannederler. Doğrunun da yanlışın da ölçüsü haline gelirler. Toplum gerçekliğine bakmak, onu anlamak ve ona göre yol çizmek gibi bir dertleri olmaz.
Türk modernleşmesi ile beraber bu elitizm doğdu. Mütefekkir ve devlet adamı Said Halim Paşa, elitist aydınları ve bürokratları çok eleştirir. Cumhuriyetin tek parti modernleşmesi, elitizmi egemen hale getirdi. CHP, bunun siyasetini üretti. Toplum, onlara göre cahildi, karanlıkta yaşıyordu, din nedeniyle geri kalmıştı, hurafelere batmıştı. Bunlardan kurtarmak lazımdı. Yakup Kadri, Yaban adlı romanında bunu etkileyici bir şekilde anlatır. Bu elitizm siyasetini eleştirir. Reşat Nuri ise Çalı Kuşu adlı eserinde bu elitizm projesini yüceltir. İstanbul'dan Anadolu'ya giden öğretmen, halkı kurtarmak ister.
Bu elitist bilinç, siyasal alanda da kendisini gösterir. Siyaset, bunlar tarafından Avrupai düşünceyi benimsemiş, hatta ona hayranlık duymuş, şehirde doğup eğitim kurumlarından geçmiş insanların işidir. Demokrasi, onlar için ancak bu elitlerin uygulayacağı bir pratiktir. Bu yaklaşımı pratikleriyle bozan ilk kişi Süleyman Demirel'dir. Isparta'nın bir köyünde doğan bir köylü çocuğu Demirel. En alt kültürel ve ekonomik sınıftan yükseliyor. Ne şehirli aile, ne de devletli aile var. Demirel, dönemin en iyi mühendislik üniversitesi olan İTÜ'de okur. Sonra siyasete atılır. Türk toplumunun yüzde 70'inin ve belki daha fazlasının köylerde yaşadığı bir dönemdir. Demokrasi ile beraber köylü de yükselmektedir. Oyların ezici çoğunluğu köylerden, kırsaldan gelir. Demirel, tam da bu sosyoloji ile öne çıkar. Bunun bilincindedir. Bundan dolayı köy aksanını bırakmaz, köylülerle temasını sürdürür.
Demirel ile beraber yükselen köy siyaseti, egemen elitler tarafından tepkiyle karşılanır. Bir köylü kalkıp nasıl başbakan olur? Oysa onlar kaç kuşaktır şehirde yaşıyorlar, iyi okullarda okumuşlar, yabancı dil biliyorlar, batıyı iyi tanıyorlar... Kendilerini hakikat bilen bu zihniyet, köyden yükselen siyasi aktöre damga vurur: "Çoban Sülo". Çoban, aşağılanan bir meslek. Davar otlatan adam. Hayvanlarla ilgileniyor. Geri, yoksul, kültürsüz, eğitimsiz bir kişi. Süleyman adı da yine köylülerin diliyle ifade edilerek aşağılanıyor.
Şimdi artık nüfusun ancak %20 ya da 25'i köylerde yaşıyor. Üstelik köylerde şehir hâkim durumda. Televizyonu, telefonu, cep telefonları, ağ şebekeleri, asfalt yolları... Fakat yine de bu elitist zihniyet, şimdi de "kırsal" diyerek aynı bilinci sürdürmeye devam ediyor. Nesnel sosyolojik gerçeklik onların umurunda değil! AK Partinin şehirlerde ve hızla şehirleşme talebinde bulunan kesimlerinden oy aldıklarının farkında değiller. AK Parti'nin İstanbul'da doğan bir siyaset olduğunu da düşünemiyorlar. Köylüler, o köylüler değil artık. Onların çocukları AKM'de NFK'nin bestelenen ve senfoni formunda seslendirilen şiirlerini dinliyorlar. Piyano çalıyorlar. O köylü çocukları, dünyada ticaret yapıyor, okuyorlar, dolaşıyorlar. O köylü çocukları, Türkiye'yi başka bir dünyaya transfer ediyorlar.
Toplumun değişimine liderlik iddiasında bulunan bir siyaset, toplumun somut gerçekliğinden haberi yok. Çünkü kendisini toplumdan ayrı ve ondan üstün görüyor. Hakikat olduğuna inandığı batıcı bir ideoloji ile hareket ediyor. Bu siyasal körleşme, onları daha çok bozguna uğratacak.