Şimdi diyeceksiniz ki biz bu filmi daha önce de görmüşdük.
İyi ama hangi filmi önceden görmedik ki?
Sabahdan beri ulaşabildiğim bütün Alman, Fransız, Türk etc. kanallarını dolaşarak olup bitenlere dâir bilgi toplamaya uğraşıyorum. Mâlum, bilgi toplumundayız.
Dikkatimi çeken bir husus, haberlerde ve yorumlarda Kırım’daki Rus tecâvüzünün, ABD tarafından o zamanki Yugoslavya’da Boşnakları ezen Sırplara karşı girişilen işgâl harekâtına benzetilmesi oldu.
Tuhaf...
Bense daha ziyâde 1938’de Hitler’in Polonya’ya karşı girişdiği işgâl, tehcir ve imhâ operasyonunu hatırladım.
Hâfızalar birbirinden ne kadar farklı olabiliyor...
Türk gazetelerinden bu konuda pek yeni birşey öğrendiğimi sanmıyorum ama onlardan da tabii başka yeni şeyler öğrenmek kaabil. Meselâ “Mahrem Bir Bûse” filminden tanıdığımız Jennifer O’Crady günde en az üç kere külot değiştirirmiş.
Bu bilgi önemli.
Ben yıllardır acabâ kaç kere diye merak eder dururdum.
Ancak burada sarâhat kazanmayan bir nokta var:
Jennifer O’Crady bunu aşırı titizliğinden mi yapıyormuş yoksa altını mı tutamıyormuş.
İşte investigatif jurnalizm zurnasının zart dediği yer...
Ben sorumlu editör olsam bana böyle eksik haber getiren muhâbiri derhâl kovarım.
Ayrıca böyle ilginç bir haberi neden fotoğraflı vermiyorlar?
Asıl mevzuumuza dönecek olursak:
Putin dün Duma’nın heriki kanadı önünde yapdığı konuşmada Batılıların bu meyanda hiç ağızlarını açmamaları gerekdiğini, çünki onların bundan çok daha beterini, üstelik çok da kan dökerek bir çok başka yerde yapdıklarını ileri sürdü.
Doğrusu tamâmen haksız da sayılmazdı.
Öte yandan bir kaatil için daha önce diğer kaatillerin işledikleri cinâyetlerin ne dereceye kadar esbâb-ı muhaffifeden, yâni hafifletici sebeblerden sayılabileceği suali geçerli mi?
Elbetde değil.
Bence asıl geçerli soru, bundan böyle Karadeniz’de ve buna bağlı olarak Doğu Akdeniz’de genel durumun hangi değişikliklere uğrayacağı.
Bir kere Türkiye için Karadeniz’in stratejik önemi ansızın tekrar birkaç misline çıkmışdır; burası kesin!
Çünki Sıvastopol artık yine Rusların. Bu demekdir ki Rusların Karadeniz’de artık yine bir büyük askerî limanları var.
Bunun anlamı donanmamızın, bu bölge için öngörülen güçlerden bir kısmını batıya ve güneye kaydırarak başka denizlerdeki yeni görevlere gönderilmesi, eğer planlandı ise, artık mümkin değildir.
Bunun yerine ya o belki tasarlanan görevlerden vazgeçilecek ya da deniz kuvvetlerimizin sür’atle takviyesi cihetine gidilecekdir ki ben bu şıkkı şahsen öbürüne kat-be-kat tercîh ederim.
İkinci mesele Kırım Türklerinin (Tatarlarının) durumuyla ilgili.
Bu bahtsız soydaşlarımız yeniden Rusya’nın “müşfik” kolları arasına girince halleri ne olacak?
Ben bu meselede maalesef iyimser olabilmek için en ufak bir sebeb göremiyorum.
Zîrâ mal meydanda.
Rusya’nın şimdiye kadar Kırımlı soydaşlarımıza yapdıkları, bundan sonra yapacaklarının aynasıdır.
Türkiye’nin bu soydaşlarımız için yapabilecekleri ise, kısıtlı olmakla berâber, önemli ölçüde etkili olabilir.
Şunu unutmayalım ki onların Türkiye’den başka tutunacak en ufak bir dalları dahî yokdur.
Aslında Ukrayna yönetiminde kalsalardı bile yine bin türlü baskıya mâruz kalacaklardı ama Türkiye için Ukrayna ile başa çıkabilmek nisbeten kolaydı.
Şimdi Ankara’nın bu bağlamda sürekli bir teyakkuz durumuna geçerek en küçük bir hak gasbını bile derhâl uluslararası arenaya taşıyacağı konusunda bir nebze şübheye bile yer bırakmamasıdır.
Ayrıca 2014 Yılı’nın Türkiyesi artık ekonomik olarak da bir dizi tâvizi “satın alabilecek” pozisyondadır.
Ama her hâl ve kârda bugünden îtibâren Karadeniz’de sular... hayır... ısınmayacak; soğuyacak!
Hem de buz tutmacasına...