İnsanlık olarak ağır yıkımların içinden gelmişiz, yaşadığımız çağa... İlkin büyük iklim değişiklikleri ve göçler, ardından yeni zamanın koşullarına uyum sağlamak ve hayatta kalabilmek için savaşan insanlık, sonrasında yerleşik düzenle birlikte mülkiyete dair gelişen hırslar, tetiklenen büyük savaşlar, büyük salgın hastalıklar, büyük kıtlıklar, afetler, büyük eşitsizlikler, sömürü, sınıflaşma, ırkçılık, nefret nebulaları ile bugünlere kadar geldik...
Tabii tarih hakkında kötümser bir panoramadır bu. Bunca ağır yükün altından insanlar, kavga ederek ve zayıf olanı sürekli ezip yok ederek değil de, dayanışarak, sevgiyle, saygıyla, merhametle, adaletle, bilgelikle çıkabilmişler de diyebiliriz. Bu takdirde insanın içindeki fazilete dair değerleri öncelemiş oluruz... Evet insanın içinde ikisi de var; iyilik de kötülük de. İslam hikmeti bunu iki yönlü bir koşu olarak tarif eder: Şayet iyilik tarafına yönelirsek meleklerden bile üstün olacağımız (eşref-i mahlukat), ama şayet kötülüğe doğru koşarsak hayvanlardan bile aşağı olacağımız ( belhum adal) hayat macerasıdır bu...
Benzerlikler değil, farklılıklar dikkatimizi çeker çoğu kez ve farklılıklar insanoğlunun kafasını karıştırır her zaman. İlk cinayet, bir kız kavgasından çıkmıştır, Kabil ile Habil arasında. Çünkü kız onlar gibi değildir, farklıdır. İnsanların tenlerinin farklı renkte oluşu da çok uzun asırlar boyunca sorun olmuştur. Günümüzde dahi ırkçılığın imha edici uzantılarını iğrenerek seyrediyoruz. Farklı dinlerde oluşları da insanların kafalarını karıştıran bir diğer faktördür. Haçlı savaşlarından, mezhep savaşlarına, günümüzde yaşanan modern işgal yöntemlerine kadar insanlığın yaka silktiği karanlık dönemlerdir. Kadın-erkek oluş da bir farklılık karşılaşması olarak zaman zaman şiddetle, örslenmişlikle, kırıcılıkla tecrübe edilmektedir...
Farklılıklarla nasıl baş edeceğiz? Irkçılığın, din savaşlarının, sömürgeciliğin, yoksullaştırılmanın, kadına, yaşlıya, çocuğa yönelik şiddetin önüne nasıl geçeceğiz?
Bu konuda çeşitli öneriler var, iki radikal çıkış olarak cinsiyetsiz toplum ideolojisi ve tranhümanizm felsefesine dikkatinizi çekmek isterim. Her iki çıkışta da insanlığın şimdiye kadar işlediği ağır suçlar bilançosu söylem girişi mahiyetinde birbiriyle neredeyse aynı... Evet insan suçlu ve acizdir, peki nasıl değişecek?
Judith Butler'ın, kimlik kavramını ters yüz etmek için ortaya attığı sloganda, cinsiyetin baş belası olduğu yazılıydı. Şayet cinsiyet olmasaydı, dünyadaki eşitsizliklerin, savaşların, çekilen acıların, adaletsizliklerin hiç birisi olmayacaktı. Cinsiyet belası olmasaydı, kadına yönelik şiddet de olmazdı. Bu görüşe göre, erkek aslında farklı bir kimlik değil, şiddetin, kötülüğün genel ismiydi... Kadın ve erkek gibi sert farklılaşmaları yıkıp, sağlanacak bir 'trans''la ara modeller oluşturulmalı böylece kültürel bir devrimin kapısı açılmalıydı...
Max More'un ileri sürdüğü ''transhümanizm'' felsefesiyse, insan formunu ve diğer tüm kısıtlamaları bilim ve yüksek teknoloji ile aşmayı hedefler. ''İyileşme'' adı altında insanüstü yaşam süresini, insanüstü zeka kapasitesini, insanüstü zeka kalitesini yakalayarak insanın, yeni-insana evrilmesini öngörür. Yapay zeka ve ileri teknikle mükemmelleşmiş implantlar aracılığıyla yarı insan, yarı mekanik tasarımların, biliç evriminin konuşulduğu bir ideolojidir bu...
Gerek cinsiyetsiz toplum ideolojisinde gerekse transhümanizm bakış açısında anahtar kavram 'iyileşme'dir. Dünyada kötü giden işleri düzeltmek gibi güzel bir niyettir bu ilk bakışta. Ama insanın doğasıyla oynayan, onu itidalden çıkartan, bozup haşa yeniden yaratacak bir ölçüsüzlük hakimdir.
Yüce Kitabımız; 'ekinleri ve nesilleri ifsad eden' yönelişleri tenkid eder. Ayette geçen ifsad yani bozgun kelimesinin etimolojik serüvenini takip etmek için müferedata şöyle bir göz attım. İfsad kelimesi için, 'bir nesnenin itidalin dışına çıkması' diyor.
İnsan içindeki karanlık ve aydınlıkla birlikte yaratılmış. İnsan, karmaşık ve mürekkep bir varlık. Onu bir tekillik üzerine sabitlemek adına, dışarıdan müdahaleye yeltenmek, aynı zamanda bozmak anlamında... Doğa ile oynamak, fıtratı bozmaya kalkmak bu...