Yazar Emine Şenlikoğlu’nun 90’larda kaleme aldığı bu kitap, Doğu Türkistan’da yaşanan zulümleri konu edinmiş bir romandı. Henüz medya imkanları bugünkü kadar çok ve çeşitli olmadığından Doğu Türkistan’da yaşananlar hakkında çok şey bilmezdik, ancak zoraki de olsa ülkemize kendisini atabilmiş Uygur kardeşlerimizin anlattıklarıyla üzülür dururduk. Bu kitap, Doğu Türkistan hakkında bir edebiyata talipti ve belgesel niteliği taşıyan, ufuk açıcı, bilinçlendirici bir eserdi. Haliyle çok okundu, ben de ilk okuyucu kafilesindeydim, hatta gazetede ve dergilerde tanıtımını da bizzat yapmayı üstlenmiştim. Çünkü kulaklarımızın henüz tıkalı, gözlerimizin henüz perdeli olduğu bir ah’ı dillendiriyordu... O ah, Doğu Türkistan’dan yükseliyordu.
Romanın kahramanı Kaan, üniversite eğitimi için büyük şehre yollanmış, orada aldığı eğitim ve beyin yıkama kamplarında ailesine, kültürüne, kimliğine, dinine uzak hatta düşman olarak yetiştirilmişti. Üniversitelerin ve gençlik kamplarının Uygur gençlerini adeta birer ‘’mankurt’’laştırma sürecine tabi tuttuğunu ilk bu kitaptan okumuştuk. Kaan’ın gözü açılıp, saptığı yanlış yolu farketmesi, İslami kimliğine ve kültürel kodlarına sahip çıkması sonucu ‘’casus’’ olduğu gerekçesiyle zindanlara atılması ise, kitabın yeni bir aşamasıdır. Bundan sonrasında Çin işkencelerine karşı koyabilmek için gösterdiği üstün irade ve Allah’ı zikretmek, anmak, hiç akıldan çıkartmamak, hücrede bir kaç adımla da olsa hareket etmeyi bırakmamak, Kaan’ın hem aklını hem de bedenini korur.
Bu arada herkes Kaan gibi sağlam değildir. Can arkadaşı Turgut, aldığı sert ve otoriteryen Çin eğitimiyle saptığı hoyrat yoldan hiç şaşmamış, hatta Kaan’ı emniyet makamlarına ihbar edecek kadar, kalbine yabancılaşmış bir kişidir artık... Kitapta beni en çok etkileyen kısım da buydu; insanların kalpleriyle oynuyorlar, onları arkadaşlarına, camilerine, bayramlarına, dedelerine, ninelerine düşman ediyorlardı...
Kitap, Kaan’ın ve sevdiklerinin Doğu Türkistan’dan başka özgür bir ülkeye iltica edişleriyle son buluyor. Emine Hanım, kitabın kahramanlarıyla Avustrulya’da güney Melbourne’da tanışmış. Uzun mülakatlardan sonra bu kitap çıkmış ortaya...
Emine Şenlikoğlu’nu benim ruhum, bir rüzgar olarak hatırlar. Öyle bir rüzgar ki, estiği her yere umut saçar ve ‘’haydi durmayın, yapabilirsiniz’’ der. ‘’Kadınların kaleminden, kadın erkek herkese’’ logosuyla çıkan MEKTUP dergisiyle 1980 darbesinin ardından İslami söylemin anaç gövdesini kurar. Şule Yüksel, Süreyya Yüksel, Sabiha Ünlü, Bakiye Marangoz, Hasibe Turan, Yıldız Ramazanoğlu, Canan Ceylan, Türkan Cumhur gibi bir yıldız takımıyla çıkan dergide, ben de yıllarca yazma şerefine nail oldum. Emine Hanım, harika bir genel yayın yönetmeniydi. O yıllarda hiç bir dergide telif alarak yazamazdık, ama o bize her yazı karşılığında ücret öderdi. Kadın yazarları, insan yerine koyan bir kadın yöneticiydi... Dergisi, kitapları, ilim grupları, önce ülkeyi ardından dünyayı dolaşan konferanslarıyla tam bir ekoldü...
28 Şubat günlerinin inançlı aksiyonerlerindendi, başörtü yasaklarına karşı çıkış eylemlerinde onu görebilirdiniz gündüzleri veya akşamları televizyon kanallarında yasakçılara karşı sözünü sakınmadan yaptığı konuşmalarını dinlerdiniz.
Yazdıklarıyla fırtına gibiydi, insanı tutar götürürdü. Metin Çamurcu’nun yönetip, senaryosunu Emine Şenlikoğlu’nun yazdığı ‘’Bize Nasıl Kıydınız?’’ adlı filmi 1994’te Avrupa’da pek çok ödül almıştı...
Emine Şenlikoğlu ablamız artık Antalya’da, daha sakin bir hayatı tercih etti, lakin korona hastalığı bu mücahide hanımı da yakalamış. Onu ne kadar çok sevdiğimi ve bir dönemin haysiyetli tanığı olarak hep aklımda tuttuğumu farkettim yorgun sesini işitince. Emine Ablacım inşallah en kısa zamanda sağlığınıza kavuşursunuz, sizin hakkınızı ödeyemeyiz, Allah sizden razı olsun...