Türkiye’nin Çin yapımı hava savunma sistemlerini almaya kalkışması Washington’u çok öfkelendirdi. Türkiye NATO ülkesiydi ve mutlaka NATO’yla uyumlu bir savunma sistemi alması gerekiyordu. Çin’liler sistemin bazı değişikliklerle NATO hava savunma düzenine uyum sağlayabileceğini söyledilerse de Amerikan Kongresi ve Pentagon Türkiye’nin bu kararını değiştirmesi için baskı üstüne baskı uygulamaya başladı. ABD firmaları da Türkiye’nin açtığı ihaleye girmişti; neden onlardan biri seçilmemişti? Her şeyden önce 1 milyar dolar daha pahalıydı Amerikalıların teklifi. Ayrıca savunma sisteminin ortak üretimine karşı çıkıyor dahası yazılımların da sadece Amerika’dan getirileceğini söylüyorlardı. O zaman siz sistemi kullanmak için bile Pentagon’dan izin almak zorundaydınız. Çin’se hem ortak üretime hem de ortak yazılıma evet diyordu...
Bizim Amerika’yla silah ticaretimiz çok eskilere dayanır ve ABD bizim onların silahlarını almamız için hep baskı uygulamıştır. ABD Dışişleri Bakanlığı belgeleri, ondokuzuncu yüz yılın başında ABD’yle Osmanlı İmparatorluğu arasında başlayan silah ticaretinin çok çabuk geliştiğini gösteriyor. Örneğin 1876 ve 1877 yıllarında İstanbul limanının ithalat/ihracat raporlarına göre ABD’nin Osmanlı’ya yaptığı toplam ihracatta silah ve cephane alımlarının payı yüzde 97.03 düzeyindedir.
Osmanlı özellikle Abdülaziz Han döneminde orduyu ve donanmayı yenilemek, Avrupalı güçlere direnebilecek bir güç kurmak istemişti. Bu nedenle de Avrupa’dan olduğunca ABD’den de silah alımına hız vermişti. Bu alımlar 1869’dan sonra artınca ABD’den eğitmenler İstanbul’a gelmeye başladı; İstanbul’dan da subaylar Amerika’da eğitime gönderildi. Abdülhamid Han tahta geçince Amerika’nın teknolojide Avrupa’yı geride bırakmaya başladığını fark etti ve tahta çıkışının ikinci yılında ABD’den alınan silahlar toplam ithalatın yüzde 90’ını geçti. Artık Osmanlı ordularının ana silah kaynağı Amerika’ydı.
Ancak ondokuzuncu yüz yılın son çeyreğinde giderek artan Alman etkisi ve Osmanlı subaylarının Prusya okulunu benimsemeye başlamaları sonucu Amerikalı ve Alman silah tüccarları arasında kıran kırana bir rekabet başladı. Almancı subayların etkisiyle 1883 yılında ABD’nin Osmanlı’ya silah sarışındaki pay yüzde doksanlardan yüzde 2.78’e kadar düştü. Amerika uzun vadeli kredilerle silah satarken birden henüz vadesi dolmamış borçların ödenmesini istedi. Osmanlı ödemeyince de ilk Amerikan silah ambargosu yürürlüğe girdi. Osmanlı Deniz Kuvvetlerinin Navarin baskını ve Kırım Savaşı sonrasında Amerika’dan çıkarma gemileri siparişi sağır kulaklara düştü tabi.
Amerika salt silah ambargosu koymakla da kalmadı tabi. Amerikan donanmasına bağlı savaş gemileri Osmanlı limanlarında gövde gösterisine başladı. ABD Elçisi Spencer Eddy Babıali’ye 1 Kasım 1902 tarihli bir mektup göndererek “Ermenilerin uğradığı zarar ziyanın ancak Amerikan donanmasına bağlı gemilerin Osmanlı limanlarına demirlemesiyle çözümlenebileceğini”, bildirdi ve Kentucky zırhlısı İzmir limanına geldi. Elçi aynı mektubunda ABD’nin Akdeniz filosuna bağlı gemilerin İzmir, Selanik ve Midilli limanlarına gelmeleriyle “iki ülke arasındaki görüş ayrılıklarının giderilebileceğini”, belirtiyordu. Büyükelçiye göre bu ziyaretler iki ülke arasındaki dostluğu pekiştirecek, ticareti arttıracak, Babıali’de Amerika’nın istekleriyle daha bir yakından ilgilenecekti. Silah ambargosu kalktıktan sonra 1903’de sırf ABD silah satışlarını arttırmak amacıyla bir askeri ataşe İstanbul’a geldi.
Bu arada Alman silah fabrikalarıyla mücadele için de misyonerler başta olmak üzere Amerika’ya sıcak bakan kimi gayri Müslim tüccar seferber edildi, bankerler Babıali’ye ABD’den silah alınması için telkinlerde bulunmaya başladı. Abdülhamid Han tek bir kaynağa bağlı kalmamak için ve de fiyatları düşürmek amacıyla Amerikalı silah tüccarlarıyla Alman ve İngiliz üreticileri kıyasıya rekabete sokmuştu. Ne var ki, 1908 sonrasında İttihatçıların dizginleri ele geçirmesiyle tek kaynağa, Almanya’ya yöneldi Osmanlı.
Ama Amerika’nın Türkiye silah pazarına egemen olması ve tümünü ele geçirmesi İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlar. Gelin görün ki, gün gelir bir başbakan çıkar ve Çin’den hava savunma sistemi almaya kalkışır. Sonra mı ne olur? Bekleyeceğiz ve göreceğiz elbette. Ancak eskiden olduğunca “bizim çocuklar” devlete el koyamayacağından işleri eskisi kadar kolay olmayacağa benzer!