Tüm dünyanın aynı anda “Gitsin de geri gelmesin” dediği bir yıl oldu 2020. Nihayet sonuna geldik ama bir taraftan da 2021 2020’yi aratır mı endişesi var üzerimizde. Zira salgının daha şiddetli ikinci dalgasını yaşıyoruz. Üstelik virüsün mutasyona uğradığı ve bulaşıcılığının daha da arttığı haberleri geliyor.
Bu gelişmeler, bir ümit beklediğimiz aşıya güveni de azalttı diyebiliriz.
Kovid 19’un yol açtığı sorunlar, ABD ve Avrupa başta olmak üzere hemen her ülkeyi derinden sarstı. Sosyal hayatı etkileyen sonuçlarının yanında ekonomiler üzerinde de buhran etsisine yol açtı. Avrupa’nın en büyük ekonomisi olan ve AB’nin yükünü omzunda hisseden Almanya’da, salgının seyri değişmezse, 2021’de maaş ödemelerinin sıkıntıya gireceği konuşuluyor.
Tüm bu gelişmeler, salgınla birlikte dünyanın yeni bir sürece girdiğini gösteriyor. Özellikle gelişmiş ülkelerin göreceli olarak daha olumsuz etkilendiği yeni bir süreç...
Konuşulanlar zaman zaman komplo tadında olsa da, hani şu meşhur Çin bedduası var ya “Tuhaf zamanlarda yaşayasın” diye, işte o gerçek oldu. Hem de Çin’den dünyaya yayılan bir virüs sayesinde.
Tuhaflık bununla bitmiyor; deniyor ki tüm dünya Kovid salgınından kırılırken nasıl oluyor da Çin’de hayat gayet normal devam ediyor?
Çin ürettiği ve dünyaya ihraç ettiği aşıyı neden kendisi kullanmıyor?
Acaba öyle mi? Pekin’de yaşayan bir gazeteci arkadaşla konuştum. Anladığım şu, Çin’de durum sosyal medyada anlatıldığı gibi değil.
Kısaca özetleyeyim: Salgının ilk görülmeye başladığı andan itibaren SARS tecrübesinden de aldıkları dersle dünyanın hiçbir yerinde uygulanmayan ağır karantina tedbirleri uyguladılar. Nisan-Mayıs ayından itibaren başlayan normalleşmeye rağmen bazı tedbirler en ağır haliyle devam etti. Bunlardan lokal karantina uygulaması. Örneğin Pekin’de son günlerde görülen az sayıda vakaya rağmen vakaların görüldüğü bölge lokal olarak tamamen karantinaya alınmış ve üç günde 1 milyon test yapılmış. Yoğun test ve yakalanan asemptomatik ya da semptomatik vakalardan sert karantina, en etkili tedbir olarak devam ediyor.
Bir diğeri uluslararası uçuşlarla ilgili kısıtlama. Bu en başından beri devam ediyor. Pekin’e hala yurt dışı uçuşu yok. Yakın bölgelerdeki havalimanlarına haftada bir olarak planlanan uçuşlar var ve istisnasız her gelen 14 gün otel karantinasına alınıyor.
Ayrıca bizde Sağlık Bakanlığının yalvar yakar taktırmaya çalıştığı maske, özellikle büyük şehirlerde yaşayan Çinliler için sıradan bir alışkanlık. Uzun süreden beridir devam eden yoğun hava kirliliği sorunu, Çinlilerde maske takma alışkanlığı oluşturmuş. Bunun semptomatik vakaları azaltan en önemli etken olduğu düşünülebilir.
En çok merak edilen konulardan biri aşı yapılıp yapılmadığı. Sağlık çalışanlarına öncelik verilmek koşuluyla aşı uygulaması başlamış. 1 milyon kişiye aşı yapılmış. Şubat itibariyle 50 milyon kişinin aşılanması planlanıyor. Adamlar kendileri kullanmadıkları aşıyı satıyorlar mı sorusuna cevap olabilir belki bu.
Tüm bu protokolleri firesiz uygulanabilir kılan şey ise söz dinleyen Çinliler!
Avrupa ve ABD’de aşı karşıtlarına sosyal medyada ciddi bir sansür uygulanıyor, Çin’in böyle bir sorunu yok. Batılı ülkelerin salgınla mücadelede en büyük handikabı sanırım insan kaynakları. Çin için avantaj olan ‘özgür dünya’ için dezavantaj.
Kovid dünyayı değiştiriyor derken biraz da buralara bakmak gerek. Modernizmin geleneksel otorite modellerini yadsırken gelip vardığı yer daha üst bir hegemonya ihtiyacı. Batı, bir taraftan demokrasi havarisi kesilip işine gelmeyen durumlarda demokrasiyi silah olarak kullanabilme lüksünü de kaybetmek istemiyor ama bir taraftan da modernizmin son sürümünün ürettiği bireyi kontrol etmenin yeni yollarını arıyor.
İletişim teknolojisindeki gelişim hızı, kontrol ihtiyacın aciliyetiyle de ilgili.