Suriye konusunda her oyuncunun sıkıştığına kuşku yok. ABD, müdahale etmenin maliyetiyle müdahale etmemenin maliyeti arasına sıkışmış durumda. Obama yönetimi başkanlık seçimleri arifesinde cumhuriyetçilerin ‘gücümüzü kaybettirdiler’ eleştirisini bertaraf etmek için Suriye’de gövde gösterisine kalkışsa, yeniden bir Irak ya da daha beteri Afganistan batağıyla karşı karşıya kalma ihtimalini biliyor. Öte yandan, müdahale etmediğinde de hem Türkiye gibi müttefiklerini sahada yalnız bırakmış hem de rakiplerine alan açmış oluyor.
NATO devreye girse, benzer bir durum bu kuruluş için de geçerli. Bir yandan yeni stratejik konseptini küresel istikrarsızlıklar olarak saptamış NATO’nun Suriye konusunda eli kolu bağlı hale gelmesi, öte yandan aktif davrandığında Rusya’yı tam anlamıyla karşı taraf haline getirme olasılığı söz konusu. Oysa NATO, küresel sorunlarda Rusya ile birlikte davranma politikasını benimsedi ve Suriye konusu bugün tam da bu politikanın sınavı haline gelmiş durumda. Kısacası NATO, hem tehdit altındaki üyesi Türkiye’ye destek vermek istiyor, hem de bu desteğin Rusya’ya düşmanlık ilanı anlamına geleceğini bilip geri adım atıyor.
***
Rusya da bir çıkmaz içinde. Suriye konusundaki ısrarı giderek Karadeniz ve Boğazlar konusunda Türkiye ile yaptığı üzeri örtülü ittifakı riske sokuyor, öte yandan Avrupa’nın tümüyle ABD yanına savrulmasına yol açıyor; bir de üstüne üstlük Çin’i daha etkin oyuncu kılma eğilimi taşıyor.
Rusya’nın Suriye rejimini desteklemekten vazgeçtiği anda yönetimin çökeceğine kuşku yok. NATO üyelerinin tümü ve Rusya Suriye iktidarının hemen çökmesine razı mı, orası da açık değil. Yeni ve muhtemelen İslami referansları olan bir Suriye yönetimine herkes hazırmış gibi gözükmüyor. Meşruiyetini yitirmiş bir yönetime arka çıkmak Rusya açısından sürdürülebilir olamamakla birlikte, sahadan tümüyle çekilip Doğu Akdeniz’i rakiplerine terk etmeyi de istemiyor. Dolayısıyla ne var olan yönetimin ne de yeni kurulacak olanın Rusya çıkarları açısından garanti olmadığı bir durum söz konusu.
Her oyuncunun her yere oynadığı bu ortamda Türkiye’nin de zorda olduğunu söylemek gerek. Suriye iktidarı direndikçe daha fazla basınç yapmak, Rusya’yı karşıya almak demek; bu istenmiyor. Tüm kışkırtmalara rağmen tek taraflı müdahale de istenmiyor, NATO yoluyla bir müdahale de. Ama tahrikler devam ediyor ve konu ABD, Rusya, Çin ya da başka oyuncuların pazarlıklarının sonucuna bağlanmış durumda.
***
Suriye, büyük güçlerin savaşla barış arasında tercih yapmalarının ortamını hazırladı. Savaştan kasıt, sonuçları öngörülemeyen, bölgenin bütününe yayılmış ve büyük güçleri de kafa kafaya getirmiş çatışmalar bütünü. Kısacası maliyeti çok yüksek.
Bu durumda ikinci yolun seçileceğine dair göstergeler bulunuyor. Çatışmaya neden olan konular, barışın da nedeni oluşturur. Sorun Suriye rejimi ile muhalif gruplar arasındaysa, o zaman her bir oyuncu bunlardan birine taraf olmak yerine bunlar arasında uzlaşma yaratacak yeni roller peşinde olabilirler. Rusya-ABD, Almanya-İngiltere, Nusayriler-Sünniler, iktidardakiler-Muhalefettekiler ya da İran-Türkiye. İkili mücadeleleri nereden değerlendirirsek değerlendirelim sonuç itibarıyla Suriye’de tarafları uzlaştıracak bir koridor açılmasının küresel tansiyonu düşüreceğine kuşku bulunmuyor.
Türkiye, Suriye özelinde ve Rusya-NATO genelinde bu uzlaşmanın merkezi olabilecek bir ülke. Çatışma ve savaş üzerinden var olmak üzerine siyaset yapanları, kutuplaşmaları tercih edenleri ve insanların ölmesini siyaset olarak görenleri devre dışı bırakmanın yöntemlerinden biri olan ‘barıştırıcı’ rolüne geri dönmek mümkün ve sanki tam zamanı gibi.